Türkülerle geçen yarım asır. Sabahat Akkiraz 15 yaşında başladığı müzik yolculuğunda 50. yılını kutluyor. Köklerini Anadolu’dan alıp tüm dünyaya yayılan ezgilerin sesi olan Akkiraz, “dünya müziğinde yer edinmek istiyorsak dönüp bakacağımız yer kendi coğrafyamız olmalı” diyor

Türkülerin 50 yıllık yolculuğu

MURAT GÜLTEKİN-ONUR KILIÇ

Sabahat Akkiraz, bu yıl müzikte yarım asırı geride bırakıyor. İlk plağını 15 yaşında yapan Akkiraz, geride kalan zamanda Anadolu halk kültürünün saklı hazinelerinin bugüne aktarılması anlamında sayısız çalışmaya imza attı. Usta müzisyen ile 50 yıllık dokunaklı serüvenini bir gazete sayfasının izin verdiği sınırlarda konuşmaya çalıştık.

  • Müzik hayatınızın 50. yılını kutluyoruz. Ailenizin kökleri Sivas Kangal ve Malatya Arguvan. Halk müziğimizde özel bir yeri olan bu yörelerimizin bileşimi bir ailede doğup büyümek müzikal kimliğinizin oluşumunu nasıl etkiledi?

Annem de babam da Sivaslıdırlar. Annem o meşhur Balıklıgöl dediğimiz Kavak Köyü’nden. Babam da Kangal’ın Yaylacık Köyü’nden. Ama baba tarafım Malatya Arguvan Kızık Köyü’nden Sivas’a göç ederek gelmişler. Benim asıl doğumum Mersin’dir. Çocukluğumda bir avluda inançları farklı da olsa; Türkler, Kürtler, Süryaniler, Araplar, Ermeniler birlikte oturur ve söylerlerdi. Kürtçe söylenen türküler, Arapların müzikleri, deyiş okuyan, ağıt söyleyen kadınlar, bunların hepsi benim hafızama yerleşti. Mahsuni Şerif’i sahnede görmedim, çok küçüktüm 5 yaşında falan... Nerede gördüm? Evde, somyada çalıp söylüyordu, evde muhabbette Müslüm Sümbül çalıp söylüyordu. Ben o muhabbetleri gördüm. Daha bu çocuk yaşımda bunlarla kulağım doldu ve böyle bir hafızam var. Bunun benim dünyama ne kadar renk kattığını düşünebiliyor musunuz?

  • Çocukluğunuz, ilkokul yıllarınız, Ankara’da geçti. O yılların Ankara’sında, temas ettiğiniz müzisyenler ve yakın çevrenizde müzikal ortam nasıldı?

İlkokula Ankara’da başladım. Okulda öğretmenimiz Aysel Taşatanel bana türkü söyletirdi. Öğretmenimi çok severdim. bugüne hazırladı, medeni cesaretimi kazandırdı, utanırdım çünkü. Onun dışında Müslüm Sümbül annemin akrabasıydı, önemli de bir ozandı. Sonra evimize gelen aşıklar, ozanlar hangisini sayayım; Mahsuni Şerif, Mahmut Erdal, Daim Baba... Böyle bir kültürün içinden geçtim, Ankara önemliydi. Düğünler de olurdu, -şimdi Bozlak Havaları diyorlar ama- Abdal havaları bizim için değerlidir, çok zengindir. Onlarla kulağımız dolardı. Hacı Taşan gelirdi, onları da dinlerdik, çok da severim kendisini. Oturduğumuz yer Mamak’ta bir gecekonduydu. 70’lerin başlarında çocukları siyasi sebeplerle öldürülen annelerin ağıtları da benim kulağımdadır. Kapıların önünden geçerken o ağıtları, o acıyı ve söylediklerini hatırlarım.

Ne mutlu ki, o ritüelleri, muhabbetleri gördüm, yaşadım. Saime Kadın açık hava sinemasında konserlere ve filmlere gittim. Çok güzeldi, baya çekirdekler çitlerdik, gazozlar içerdik. O zaman nasıl Zeki Müren’in konserleri dolu dolu geçiyorsa Mahmut Erdal da aynıydı, Mahsun Baba’nın da dolu dolu geçerdi.

turkulerin-50-yillik-yolculugu-684554-1.

  • 1970 yılında çıkardığınız ilk plağınız nasıl gündeme geldi? Teklif mi geldi, nasıl bir sürecin sonunda bu ilk adımı attınız ve kimlerle çalıştınız?

Mahmut Erdal da, Muhlis Akarsu da babamın arkadaşlarıydı. Babama gelip “Bu güzel sesten mahrum etmeyelim, plak yapalım” dediler. Öyle deyince babam kabul etti ve İstanbul’a geldik Mahmut Erdal’la. Netfon Plak’tan Ayhan Bey ile o zaman 8 plak anlaşması yaptık. Kuruşunu bile hatırlıyorum plak başına 50 kuruştan yaptık anlaşmayı. Stüdyoda beni dinleyenler arasında o zaman Arif Sağ hocamızı ve Orhan Gencebay’ı gördüm. Albüm yapıldı, iyi bir rakama da ulaşarak çok da beğeni aldı. Arif hocamızla o zaman, daha çocukken tanıştım ve bugüne kadar 50 yıldır devam eden bir dostluğumuz oldu. O benim ustam.

  • Almanya yıllarında müzikle ilişkiniz nasıl ilerledi?

12 yaşında yaptığım plaktan sonra Almanya’ya gittim. Sonraları Türkiye’de harika çocuk denilecek Emrah ve Ceylan vardı, ben de öyle bir yoldaydım. Ama babam okulun daha önemli olduğunu ve beni Avrupa’da okutacağını söyledi ve Almanya’ya gittik. Gurbetçilik zordu tabii başka bir kültür, başka bir inanç. Hemşerilerinizle birlikte olmak istiyorsunuz. Bu koşullarda kardeşim saz çalıyor, ben okuyordum ve bu bulunmaz bir nimetti. Konserlere gidiyorduk, evimize ozanlar, aşıklar geliyordu. Davut Sulari’nin kızı, 2 Temmuz’da Sivas Katliamı’nda yitirdiğimiz Edibe Sulari’yi tanıdım. Çok beğenirdim, yaşasaydı idolüm olacaktı. Okumasını, hançeresini, anlatımını sevgi ve saygıyla izlemiştim. Daimi Baba’yı yüz yüze orada gördüm ve hayran oldum. Giyimiyle, hitabetiyle, saz çalmasıyla, muhabbetiyle gerçekten çok etkilenmiştim. Davut Sulari’nin okuma farklılığını o yaşta tanımış olmak çok hoş bir tesadüfmüş. Sonra Aşık Emrah ile birlikte demolar yaptık. Harika Plak’a, Uzelli’ye gitti. Demolar, Harika’da sonradan yayınlandı ama şu anda galiba piyasada yoklar. Ama biz Uzelli ile harika bir çalışma yaptık. Hatta “Siyah saçlarında hatem yüzlerin” hit oldu.

  • Kadın olarak bunu yapmak zor muydu?

O zamanlar türkü babalar türkü abiler, genel olarak erkekler müzik yapıyordu, egemendiler. Kadın olarak zordu ama ben o zamandan deyiş söylemeyi seviyordum. Bu konuda ısrar ediyordum, galiba benim özelliğim de buydu.

  • Almanya’dan Türkiye’ye döndükten sonra 1983 yılında çıkardığınız “Şafak Söktü” aynı anlamda profesyonel anlamdaki ilk albümünüz. Nasıl yankı buldu?

Şafak Söktü’ye Feyzullah Çınar’dan üç tane türkü seçtik. Bunlar, “İnsana muhabbet duyalı”, “Siyah saçlarında hatem yüzlerin” ve “Eski libas gibi” idi. Ama aralarından “Siyah saçların”ı okuduk. Bir de “Çayın ortasında yılgın adası” gibi önemli ve ondan sonra hit olacak türküyü söyledik. TRT, Şeker Bayramı programına çağırdı ki o zaman çok zordu. Kayıtlara Musa Eroğlu hocamızla gittik. Değerli bir müzisyendi hala çok güzel çalar, ustadır. Albümü onunla yapmıştık, kaydı bir günde okuduk, canlı canlı. Biz onu okuyup bitirmek zorundaydık, o zaman bir kanal vardı ve oldukça zordu. Müzisyenlerle beraber oturup canlı okurduk, belki onun heyecanıyla yanlış olmaması için herkes pür dikkat çalışırdı. Uzelli ile bir albüm yaptık, ondan sonra arka arkaya albümler geldi. Benim uzaktan da akrabam olan Ahmet Daymaz Şah Plak ile bizi çalışmaları başlattı. Çok sevdiğim bir ağabeyimdi, rahmetle anıyorum. Muhlis Akarsu ile birlikte gelmişti. Muhlis Akarsu’nun emeğini yadsıyamam, türkü ve eser seçimlerinde çok destek verirdi. Kara Tren’i zorla okutmuştu ama 2 milyon satmıştı. “İnsana muhabbet duyalı” albümü yaptık, yönetmen olarak Arif Sağ hocamızla çalışmaya başladık. Ünlü bir müzisyen ve de hocaydı. Bağlamayla müzikte devrim yapmıştı. Ben de deyiş olarak, peşinden gelen kadın versiyonuydum herhalde. Musa Eroğlu, Yavuz Top, Arif Sağ, böyle bir üçlü toplanıp muhabbet albümünü yaparken benim albümü de yapıyorlardı. Tabii benim için çok özel ve önemliydi. Bir kadın olarak deyiş konusunda daha sonra derlemelerime de sirayet edecek gücü kazandırdı bu büyük ustalarla çalışmak.

turkulerin-50-yillik-yolculugu-684553-1.

1986’dan sonra Tacim Dede, Abuzer Dede ve Sadık Hüseyin Dede ile tanıştım ve eserleriyle ilk derlemelere başladık. Biz kapalı bir bölge olan Maraş müziğinin üstüne yoğunlaştık. Çok da hoşumuza gitti. Çünkü oradaki Alevi müziğinin zenginliğini ve muhteşemliğini gördük. Bu müziği albümlerimde okumalıyım düşüncesiyle derlemelere yoğunlaştık. Yanı sıra, Sivas, Tokat, Malatya gibi Alevi müziğinin olduğu yerlere de yoğunlaştık ve albümlerde yer verdik. Mesela Cafer Dede ile Malatya deyişleri konusunda çalışırken, Sivas’ta Cemal Dede gibi Ali Kurt gibi birçok aşık ve ozanla tanıştım. Böyle yoğun ve zengin bir çalışma 90’lara kadar gitti. Çok ağır Alevi deyişleri okuduğumuz albümler de oldu ama biz kayıtlarla gelecek nesillere doğru biçimde aktaralım diye bunları birer ikişer örnek olarak yayınladık. “Yine gam yükünün tüccarı geldi” eseri ile ilgili mesela burada özel bir anekdotu paylaşmak isterim. Doğrusunu aldım okudum ama bilirkişi olarak geçinenler TRT denetimlerinde bunun aslına uygun olmadığını söylediler. Onlar bazı yerlerin üzerini çizip değiştirmek için yerine uyduruk sözler yazmaya çalıştılar. Kendi yasakçı ideolojilerini yerleştirmeye çalıştılar. 90’lara kadar her sene albümler yaptık, derlemeler sunduk.

  • Geleneksel halk müziği çalışmalarının sınırlarını değiştiren çeşitli eserlere imza attınız. Orrient Expressions ile, Norrda ile, Mercan Dede ile çalıştınız, şimdi de Erci E. ile bir düetiniz yayınlandı. Müzikal evreniniz içinde nasıl bir çaba olarak görüyorsunuz?

Müziğimizin dünya müziği içinde bir yeri olması konusunda ben oldukça iddialı oldum. Bir de Avrupa’da yaşadığım için, Avrupalının ne dinlediğini ve ne dinleyeceğini çok iyi biliyorum. Çünkü bir Amerika’daki Latin’in, bir Afrikalının dünya müziğindeki yerini köklerinden aldığını biliyorum. Mesela Korelinin K-Pop dediği müziğin kendi dilinden ve köklerinden beslenip dünyayı nasıl kasıp kavurduğunu görüyorum, bunları yok sayacak halimiz yok. Tabii ki ben de köklerimden, müziğimden, türkülerimden bu kadar zengin bir kültürden yola çıkarak Norrda ile, Erci E. ile, Mercan Dede ile, Orient Expressions ile çalışmalar içinde oldum ve çok da keyif aldım. Eleştiriler de aldım. Londra’da caz müziği konserleri yaptığımızda eleştirdiler. Kadın olarak ilk türkü caz yapan da bendim. Ama eleştiriler beni geri adım attırmadı. Bugün iyi dans eden, iyi sesleri olan genç insanlar var. Bu gençlerin de bu tür çalışmalar yapmasını bekliyorum. Ama bir şey söylemeden de geçemeyeceğim, köklerinden beslenmedikleri sürece bence dünya yıldızı çıkarmamız çok mümkün değil. Bir de muhafazakarlık sanatta ve yaşamda bizi ilerletmez. Her tür muhafazakarlık her tür ilerlemenin önünde engeldir. Ben zaten türkülerimi binlerce insana aktarıyorum. Türkiye’nin her yerinde büyük alan konserlerinde Arif Sağ ustamızla, Erdal Erzincan kardeşimle, tek sazla okuyup müziğimizi aktarıyoruz. Ama biz dünya müziğinde kendimize bir yer açmak istiyorsak, köklerimizden gelen malzememizle, türkülerimizden de güç alarak çok başarılı işler yapacağımızı biliyorum. Ve sonuna kadar yapmaya devam edeceğim. Hacı Bektaşi Veli’nin sözü benim ışığımdır; “Ara, bul” diyor. Ben arıyorum ve en güzel müziği ufkumda bulup yakalamayı düşünüyorum.

turkulerin-50-yillik-yolculugu-684555-1.

  • Uluslararası alanda da bilinen bir isim oldunuz. Son olarak da önümüzdeki ay iki eseriniz Altered Carbon dizisinde yayınlanıyor. Bu ilgiyi nasıl yorumluyorsunuz?

Dünyanın çok ünlü salonlarında, çok ünlü müzisyenleriyle, topluluklarıyla sahne paylaştım. Hatta çoğunu telaffuz bile edemiyorum. Güzel anılarım var. Brezilya’ya konsere gidersiniz uzun havalarınızda ağlayanları görürsünüz. Diller başka da olsa müzik dili evrenseldir. Dil sınırları, kültürel sınırları ortadan kaldırıyor, görüyoruz. Fas’a gidiyorsunuz orada da yine deyiş okuyorsunuz. Mihraçlama okuduğumuzda o dini temaları yakalayıp sordular, merak ettiler. İsveç’te davul zurnayı dinleyip düğünüme bunları getireyim diyenler oldu. Veya Fransız’ın çıkıp halaylarda mendil sallayıp coşması, bunlar benim hafızamda çok güzel yeri olan şeyler. “Takip” filminde mesela “Boşumuş”u duymak bambaşka bir şey, bir Aşık Veysel’i çalsalardı ağlardım herhalde. Türkülerimizi duyarak dünyayla sevgi paylaşıyoruz. Netflix’teki Altered Carbon dizisinde “Gönül Defteri” ve “Bu Aşk Baharı Ummandır” adlı eserlerimiz Median Müzik aracılığı ile kullanıldı; dizinin 27 Şubat’ta yayınlanacak 203 ve 204. bölümlerinde yer alacak. Önceki yıllarda da “Beni Beni” adlı eserimiz yine Median girişimiyle True Blood dizisinde ve Crossing Over (Sınırı Geçmek) filminde kullanılmıştı. Farklı ülkelerde yayınlanması tanınırlığımız ve kültürümüz açısından önemli. Keşke sınırlar tamamen ortadan kalksa da barış içinde bir topluluk olarak yaşasak... Sınırları kaldıralım istiyorum. İnsanların mutluluğu, birlikteliği, barışçıl bir dünyada yaşaması benim için şan şöhretten daha önemli. Bunların hepsi de gönüllerden sınırların kalkmasına ve mutlu mesut yaşamamıza vesile olur.

50. YIL KONSERLERİ

  • 7 Şubat – Caddebostan Kültür Merkezi/İSTANBUL
  • 18 Şubat – Halk Eğitim Merkezi/ÇORLU
  • 9 Mart – Performans Gösteri Merkezi/ADANA
  • 10 Mart – Şehitkamil Kültür Merkezi/GAZİANTEP
  • 11 Mart – City AVM Konferans Salonu/ŞANLIURFA

ERCİ E.: O BİR İDOL

Sabahat hanım gerçek bir müzik idolü. Hayatını müziğe adamış birisi. Kendisiyle birlikte böyle bir çalışmada bulunmuş olmak benim için büyük gurur vericiydi.
Yaptığımız şarkı bana müzikal olarak Cartel’in ilk dönemini çağrıştırıyor. Bağlama üzerine söylenmesi, vokal rengi, rap oluşu bu anlamda dikkat çekiyor. Sabahat hanım bu şarkının oluşumunda bütün önerilerimizi olumlu karşılamasıyla bize çok büyük bir destek verdi.