TÜSİAD'ın tarihinde ilk kez çevrimiçi yapılan Yüksek İstişare Konseyi'nde başkan Simone Kaslowski, dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Kaslowski, "Ekonomi politikaları, piyasaların işleyişi, sermaye akışlarının yönü elbette rasyonel yaklaşımlara, iyi yönetime, konusuna hâkim teknokrat ve bürokratlara gereksinim duyuyor," ifadelerini kullandı.

TÜSİAD: Ekonomi yönetiminde konusuna hakim bürokratlara ihtiyaç var

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Kurulu (YİK) toplantısı bugün çevrimiçi olarak gerçekleşti. Toplantıda, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski birer konuşma yaptı.

TÜSİAD tarihinde ilk kez Yüksek İstişare Konseyi toplantısı yüz yüze yapılamadı.

TÜSİAD Başkanı Kaslowski, ekonomideki gelişmelere dair değerlendirmelerinde şu ifadelere yer verdi:

"Yaşadığımız onca deneyimden sonra, ekonomi yönetiminde neye ihtiyacımız olduğunu şaşmaz bir kesinlikle biliyoruz: Yalınlık, şeffaflık, öngörülebilirlik, kurumsallık, hesap verilebilirlik, karar vericilerle ekonominin aktörleri arasında yapıcı ve süreklilik arz eden bir iletişim. Bu özelliklerin kısa vadeyi yönetirken, uzun vadede atılması gereken zorunlu adımlara da bizi hazırlayacağına inanıyoruz.

Yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir ders daha var: Ekonomi politikaları, piyasaların işleyişi, sermaye akışlarının yönü elbette rasyonel yaklaşımlara, iyi yönetime, konusuna hâkim teknokrat ve bürokratlara gereksinim duyuyor. Ancak bunlara ilaveten hukukun üstünlüğü, hızlı ve adil şekilde çalışan güvenilir bir yargı sistemi olmadan, bu özellikler kalıcı ve sürdürülebilir büyümenin önünü açmaya, yatırım sermayesinin ülkeye akmasını tek başlarına sağlamaya yetmiyor.

Bu nedenle, reform hedefleri ilan edildiğinde, hukuk ve yargı reformunun da bu gündemin içinde olduğunu duymak memnuniyet verici oldu. Bu reformlar, toplumu her açıdan etkileyen genel bir hukuk felsefesi ve yargı anlayışı çerçevesinde ele alınmalı, toplumsal katkı alacak şekilde formüle edilmelidir."

DİPLOMATİK DİLİN DAHA BASKIN OLDUĞU BİR DIŞ POLİTİKA TARZINA DÖNÜLMELİ

Kaslowski, Türkiye-AB ilişkilerinin kritik önemine değinerek, "Güvensizlik, üslup sertliği ve diyalog eksikliği, ekim ayında AB Konseyi’nde açıklanan Türkiye kararlarındaki olumlu açılımın, Aralık Zirvesinde önünün tıkanmasına yol açabilir. İleriye yönelik olarak ilişkilerin farklı bir raya oturtulması gerekiyor. Her iki tarafın çıkarına hizmet edecek yeni bir dönemin başlayabilmesi, her şeyden önce taraflar arasındaki güvenin tesis edilebilmesine bağlı. Karşılıklı olarak güven artırıcı jestlere, söylemlere ve somut bazı adımlara ihtiyaç olduğuna inanıyoruz. Dış politikanın bir yandan güvenlik sağlarken diğer yandan da refahı artırması gerekir. Bu bağlamda; diplomasinin ve diplomatik dilin daha baskın olduğu bir dış politika tarzına dönmekte, her konuda olduğu gibi ülkeler arası ilişkilerde de karşılıklı güven ortamının yaratılmasında ülkemiz açısından büyük yarar olacağına inanıyoruz. Doğu Akdeniz’de haklı olduğumuz konuların anlaşılmasını da böyle bir yaklaşımın ziyadesiyle kolaylaştıracağını düşünüyoruz" dedi.

Kaslowski, "Yeni yıla zor koşullarda gireceğimize kuşku yok. Daha önce pek çok kriz yaşamış, bunları yönetmiş ve atlatmış bir ülkeyiz. Temel hak ve hürriyetler konusunda daha az güvenlikçi, daha fazla özgürlükçü bir çizgiye geldiğimiz taktirde, ülkemizin enerjisini verimli ve yapıcı bir yöne sevk edebileceğinden eminim. Geçtiğimiz cumartesi günü vefatının 18'inci yıldönümünde anılan Prof. Dr. Bülent Tanör, 1997 yılında, TÜSİAD için “demokratikleşme perspektifleri” raporunu hazırladığında da Türkiye ağır bir krizden geçiyordu. Bu rapor nedeniyle kendisi görev yaptığı İstanbul Üniversitesi'nde baskılara maruz kaldı. Ama o rapor 2000’li yıllarda AB mevzuatına uyum çalışmalarında ve Türkiye’deki hak ve özgürlüklerin gündeme gelmesi çalışmalarında faydalanılan çok kıymetli bir rehber oldu. Pandemi öncesinde iktisadi büyüme yaklaşımlarının radikal olarak değişim gösterdiği bir arka plan varken ve yeni, adil ve sürdürülebilir bir küresel denge arayışı hızla sürerken, yeni bir Türkiye Hikayesi’ne ihtiyaç bizce çok açık. Ancak bu şekilde toplumdaki bölünmeleri, giderek artan karşılıklı itimatsızlığı aşabileceğimizi düşünüyorum. Pek çok çalışmada ve araştırmada bir toplumun kendisini ileriye taşıyabilmesi için en önemli unsurlardan birisinin, hatta başlıcasının güven olduğu ortaya çıkıyor. Bu sözcüğü, hem ortak bir ideale yönelecek olanların birbirine güven duyması anlamında, hem de bu yeni hikâyeye katkıda bulunacak olanların kendilerine güven duymaları anlamında kullanıyorum" dedi.

KURUMLARA DUYULAN GÜVEN

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan da, “Ülkemizdeki ekonomik gelişmeler açısından 2021, 2020’ye kıyasla daha fazla umut vaat ediyor. Umuyoruz ki aşağı yönlü gidişat artık yavaşlayıp durmuştur ve yukarı doğru hareketlenme başlamıştır. Ekonomi yönetiminde hata yapılmaması durumunda bir dizi gösterge iyileşme sürecine girecek. Tabi ki ekonomideki yaraların tamamen sarılması kolay olmayacak ve vakit alacak. Bir soluklanma fırsatı yakalıyoruz ve bunu, yüksek enflasyon, yüksek faiz, Türk Lirası'nın değer kaybı, ithalata bağımlılık, ihracatta rekabet gücünün düşüklüğü, borçlanma sarmalı, istihdam yaratamama gibi kronik sorunların çözümü için iyi kullanmamız gerekiyor. Çünkü ekonomide bir süredir sorunların üst üste yığılıp biriktiği bir dönemden geçtik.Sorunları ileriye ötelemek yerine kökten çözmek için ihtiyaç duyduğumuz en öncelikli unsur, kurumlara duyulan güvenin pekişmesi. Ekonomiyle ilgili tüm kurumların kanunla tanımlanmış görevlerini, kanunların çizdiği özerklik çerçevesinde yerine getirmesi en büyük beklentimiz. Bu noktada, tüm denetleyici ve düzenleyici kurumlara büyük sorumluluk düşüyor. Güvenin pekişmesini sağlayacak olan ise şeffaflık ve hesap verebilirlik. Tüm ekonomik birimlerin sağlıklı analiz ve uzun vadeli tahmin ve planlama yapabilmesi için doğru ve dünyayla kıyaslanabilir bilgiye ve bu bilginin şeffaf biçimde paylaşılmasına ihtiyaç var. Doğru bilgi yoksa doğru karar da verilemiyor" dedi.

Özilhan, "Yabancı sermaye yatırımları için, iş ve yatırım ortamında hukukun üstünlüğünü tesis etmek mutlak bir zorunluluktur. Aksi halde hiçbir yabancı, uzun vadeli üretken yatırım yapmaz. Eğer yaparsa, bunların amacı, birkaç yüzyıl öncesinin sömürgelerinde olduğu gibi sadece ülke kaynaklarını en kolay yoldan transfer etmek olur" dedi.

Özilhan, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Doğrudur, bugün dünya konjonktüründe beliren yeni ekonomik fırsatlardan yararlanabilmek için demokrasinin güçlendirilmesi gerekir. Ancak, hak ve özgürlükler alanlarındaki sorunlar sadece piyasa mekanizmalarına ilişkin düzenleyici çerçeve ile sınırlı olmadığı gibi eğitimde, girişim kurmada, iş ve çalışma yaşamında fırsat eşitliğinin sağlanması ile de sınırlı değil.

Tüm altyapısı ile demokrasi, ekonomik istikrarın, uzun vadeli yatırımların, ekonomik büyümenin, aş ve iş yaratmanın teminatıdır. Bunlar aynı zamanda siyasi istikrarın da teminatıdır. Bundan 23 sene önce yayımladığımız Demokratikleşme Perspektifleri raporumuzda söylediğimiz gibi demokrasi konusu, TÜSİAD için de, Türkiye için de, konjonktürel değil ilkesel bir konudur.

Pragmatizmle ise hiç bir araya gelmez. Bu konuya “ne getirir, ne götürür” hesaplarıyla bakılamaz.

Devlete ve demokrasiye olan güven, o gün de söylemiş olduğumuz gibi, yüzeysel çözümlere bel bağlamak yerine, köklü çözümlere yönelmekle gerçekleşecektir. Bugün köklü çözümlere yönelebilecek bir noktaya gelmiş olduğumuza inanıyoruz."