Türkiye ilginç bir ülke: vatandaşlarımızın bir hastalığı var.

Çok yalın ve net ifadesi şu: yurttaşlarımız aklı başında ve iyi eğitimli insanlara danışıp kendi özel işlerini çözmeye çalışıyorlar. Danışacağı insanı seçemeyene cahil ya da akılsız diyorlar.

Kamusal ya da siyasi ya da sanatsal konularda ise genellikle aptallara ve ünlülere gidiyorlar.

Genellikle kamudaki yöneticilerimiz o alandaki iyi ve yetenekli insanlardan değil, tam aksine yeteneksiz ve vasatlardan oluşuyor.

Siyasetçilerimiz toplum için hiçbir ciddi önermesi olmayan, görünüşe göre karizmatik, akıl yönünden fakir, topluma dert anlatırken demagog, birbirleriyle konuşurken çamur atan, kendi yaptıklarının sonuçları konusunda konuşurken yalancı, halkın ahvali konusunda ise vurdumduymazlar.

Sanatsal ve kültürel konularda ise, tam aksine medyatik olanların kapısına gidiyorlar. Bunların çoğu ise iktidarın beslemesidir ve aslında gerçek anlamında hiçbir ciddi üretimleri yoktur.

Bundan dört yıl önce Mithat Alam Film Merkezinde Nuri Bilge Ceylan ile bir söyleşi vardı. Çıkışta, öğrenciler grup halinde şunu söylüyorlardı:

1. Yıllardır Nuri Bilge Ceylan ile yapılan her söyleşiyi okuyorum. Onun halka açık yaptığı her söyleşiyi kaçırmadan dinlemeye gidiyorum.

2. Her film yaptıktan sonra ise kendisini dinlemeye gittiğimde, böyle bir film yaptığına göre bu sefer çok önemli şeyler söyleyecektir inancına kapılıyorum.

3. Ama verdiği her söyleşi, vasat-altı, hatta sanat tarihinden bir sanatçının yapması gereken, bir sanatçının duruşuna ilişkin öğrendiğim, benimsediğim ve inandığım hiçbir şeyle alakası olmayan, tuhaf denecek kadar şahsi ve hatta cahilce sözleri dinleyip çıkıyorum.

4. Ama öyle tuhaf oldu ki yine bir söyleşi verse, yine ona mutlaka katılırım. Söyleşiye girmeden önce meraklı, söyleşiden çıktıktan sonra kızgınım ve hatta üzgünüm.

İşte Türkiye’nin hali. Bir başka deneyimimde şu: Vedat Türkali ile yapılan söyleşilerde, zatışahaneleri bırakın çok etkili konuşmayı, düpedüz yazdığı romanı hakkındaki soruları yanıtlayamıyor, ya da romanda geçen karakterlerin yorumlanması işini bile yapamıyordu. Bir de kitap imzalatacağı zaman da imza atmıyor, imza formatında damga basıyordu.

Son bir tuhaf gözlem daha:

Ahmet ve Mehmet Altan Kardeşler, Hilmi Yavuz, Murat Belge, Adalet Ağaoğlu, hatta Ertuğrul Özkök bile yarı kandırıldıklarını, geçmişte destekledikleri gücün bugün bir canavara dönüştüğünü, kendilerinin darbeye karşı demokrasiyi savunmak için destek verdiklerini… sıralıyorlar.

Sorarım size darbeye karşı demokrasiyi desteklemek için hangi demokratik araçları kullandılar?

Gazetecilerin hapse atılması, sonu gelmez hakaret davaları, mesnetsiz iddialar, şu hiç sözü edilmeyen saçma sapan Devrimci Karargah soruşturmaları ve cezaları, üniversiteden uzaklaştırmalar, resmen toplumdan kaçırılarak yapılmaya çalışılan Anayasa yapma çabaları, şu sonu gelmez ihale yasaları, şu akıl almaz atamaların kritik kurumlara yapılması, bir dizi genç muhalifin öldürülmesi… Hangi darbeye karşı hangi demokrasi savunuluyor?

Bu ülkenin aydınlarının, medyatiklerinin asılları nerede ve niçin bu insanlar tarih boyunca iktidar yalakası olmak için kapıkulu olmaya bu denli temayüllüler?