Yılın iddialı filmlerini içeren bir programla karşımıza gelen ‘Filmekimi’nde gösterilen “Dune” ve “Annette” bu hafta sinemalarda. “Titane”, “Kürtaj” ve “Power of the Dog” filmleri ise henüz ufukta gözükmüyor.

Tutsaklık ve özgürlük öyküleri

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın düzenlediği ‘Filmekimi’, her zaman olduğu gibi, büyük ölçüde mevsim içinde ticari gösterime girecek filmlerin ilk gösteriminden oluşan programıyla sinemaseverlerin beklentilerine cevap veriyor. İstanbul ve Ankara’nın ardından, cuma günü İzmir’de başlayan gösterimler, önümüzdeki haftanın ilk günlerinde sürecek. Filmekimi’nde kaçırdığımız filmleri görebilmek içinse vizyon tarihlerini beklememiz gerekecek.

Filmekimi’nde gösterilen filmlerden ikisi, seyircisini bekletmeden, geride bıraktığımız cuma günü gösterime girdi bile. Salonlara dönüşü hızlandırmakta katkısı olabilecek filmler bunlar: uzun süredir beklenen “Dune: Çöl Gezegeni” ve bu yılki Cannes Festivali’nin açılış filmi “Annette”.

Nadav Lapid’in “Ahed’in Dizi”nin kasım ayı başı, Mia Hansen-Love’ın “Bergman Adası”, Kirill Serebrennikov’un “Petrov Grip Oldu”, François Ozon’un “Her Şey Yolunda” ve Wes Anderson’un “Fransız Postası” filmlerinin aralık ayında, Ashgar Farhadi’nin “Kahraman”ının ve Mamoru Hosoda’nın “Belle” adlı animasyon filminin Ocak 2022’de, Audrey Diwan’ın “Kürtaj” ve Apichatpong Weerasethakul’un “Memoria” adlı filmlerinin ise Şubat 2022’de gösterilmesi planlanıyor. Yazımda söz edeceğim “Titane”, “Bernadette”, “Power of the Dog”, “Kumarbaz”, “Kürtaj” ve Bruno Dumont’un “France” filmleri içinse henüz bir tarih belirlenmemiş. Belki de bir kısmı dijital platformlarda karşımıza gelebilecek.

TANIDIK BİR GEZEGEN

Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’ün, Frank Herbert’in 1965 yılında yazdığı ünlü bilim kurgu romanı “Dune”dan uyarladığı “Dune: Çöl Gezegeni”ni şimdiden yılın en önemli filmlerinden bir olarak değerlendirebilirim. David Lynch’in kimseleri tatmin etmeyen uyarlamasından sonra bu kez karşımızda tüm ögeleriyle dört başı mamur bir yapım var. Villeneuve, ortak senaristi Jon Spaihts ile birlikte romanın ilk bölümünde yer alan olayları anlatmak üzere yola çıkmış. Yıl: 10191. ‘Baharat’ olarak tanımlanan zengin bir kaynağa sahip olan Arrakis adlı gezegen yıllardır İmparatorluk tarafından sömürülmektedir. İmparator, farklı gezegenlerde yaşayan kabileleri birbirine düşürerek egemenliğini sürdürmektedir. Gezegeni yöneten Atreides’lerden çekindiği için üzerlerine feodal bir kavim olan Harkonen’leri sürer imparator. Atreides’lerin küçük oğlu, barış yanlısı Paul yerli halk Fremenlerle birlikte bir isyan başlatmaya karar verir… Bundan sonrasını “Dune”un ikinci ve üçüncü bölümlerinde izleyeceğiz.

“Arrival” ve “Blade Runner 2049” gibi başarılı bilim kurgulara imza atan Villeneuve’ün en iyi filmlerinden biri, “Dune”. “İçimdeki Yangın”(Incendies) kadar olmasa da tutarlı bir politik söylem, son derece başarılı görüntüler, sanat yönetimi, müzik (Hans Zimmer) ve oyunculuklarla (Timothée Chalamet’ye Oscar şansı getirebilir) uzun süre akıllarda kalacak bir yapıt ortaya çıkartmış. Üç boyutlu (IMAX) versiyonunu izlemedim ama en azından beyaz perdede izlemenizi öneririm.

AŞKIN ÖTEKİ YÜZÜ

Fransız sinemasının ele avuca sığmaz ustası Leos Carax, unutulmaz filmleri “Oğlan Kıza Rastlar”, “Kötü Kan” “Köprü Üstü Aşıkları” ile aşk filmleri tarihinde kalıcı izler bırakmış bir yönetmendir. Bu kez, ilk filmlerinin romantizmi ile “Kutsal Motorlar”ın çılgınlığını buluşturuyor. Müziğin (Sparks) çok önemli bir rol üstlendiği, metaforlarla yüklü bir film “Annette”. İki sanatçı -biri ünlü bir opera sanatçısı, diğeri ünlü bir stand-up’cı- arasındaki tutkulu ilişkiden doğan, korkunç bir surata sahip ve hiç konuşmayan bebeğe Annette adını verirler. Bu arada kadın kariyerinin zirvesine ulaşırken, erkek düşüştedir… Sonrasını anlatarak Carax’ın büyülü atmosferini gölgelemeyeyim. Günümüz dünyasının sahte güzellik anlayışına başkaldıran, seyircisini aşk, tutsaklık, yaratı kavramları üstüne düşünmeye çağıran bir büyücü var karşımızda. Masalını renkli kağıtlara sarılmış acı bir şeker biçiminde sunuyor. Tatmaya değer, gerçekten de.

KÖTÜLÜĞÜN KAYNAĞI

Julia Ducournau’nun, şoke edici şiddet sahneleri ile başlayan filmi “Titane”ın bu yıl Cannes Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazanması şaşırtıcı değil. Bir yanıyla ‘me-too’ dünyasına göz kırparken, öte yanıyla çok daha derinlere inebilen, ‘kötü’nün kaynağını sorgulayan bir film. Ducournau, ilk filmi “Raw”da olduğu gibi kötülüğün nedenlerini ailede arıyor. Cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa duyduğu tepkiyi dile getirirken, bireyin değişebilirliğine vurgu yapan, kötünün içinde saklanan sevgiyi anlatan bir film “Titane”.

Audrey Diwan’ın özgün adı “L’evenement” (Olay) olan ama ithalatçı firma tarafından “Kürtaj” olarak adlandırılan bu etkileyici yapım, Fransız sinemasının 2021 yılında en fazla ses getiren filmlerinden bir diğeri. Ülkesini Oscar’larda temsil etme şansını “Titane”a kaptırdıysa da, dünya festivallerindeki yolculuğu uzun süreceğe benzer. Kadın özgürlüğü temasını işleyen bu hiper-realist yapımın bazı sahnelerini izlemek kolay değil. Herhalde, cinsel tabulardan kendini kurtaramamış ülkelerde ancak dijital platformlarda izlenebilecek.

ÖZGÜRLÜK ÇIĞLIKLARI

Paul Verhoeven’in son filmi “Benedetta”, Filmekimi’nin en güzel sürprizlerinden biriydi. Katolik dünyasını şoke edebilecek sahneler içeren film, Judith C. Brown’un 1986 yılında yayımlanan “Rönesans İtalyasında Lezbiyen bir Rahibenin Yaşamı” adlı romanından uyarlanmış. Kötü bir yönetmenin elinde sıradan erotik bir yapıma dönüşebilecek öykünün usta yönetmenin elinde özgürlük çığlığına dönüşmesi… Bir yerlerde karşınıza çıkarsa kaçırmayın derim.

17. yüzyıldan 19. yüzyıla geçelim… Kadın yönetmenlerin belki de en ünlüsü Jane Campion’un son filmi “Power of the Dog”, Western türüne çok farklı, çok taze bir bakış getiren bir film. Amerikan bozkırında güç koşullarda çiftçilik yaparak ayakta durmaya çalışan iki kardeş ve kardeşlerden birinin evlendiği kadın arasındaki ilişkileri anlatıyor Campion, duyarlı, etkileyici bir mizansen ve atmosfer çalışmasıyla. Amerikan sinemasının ünlü senarist-yönetmenlerinden Paul Schrader, yıllar sonra usta işi bir suç-gerilim filmi ile karşımıza geliyor. “Kumarbaz” (The Card Counter)da, Irak Savaşı sırasında zalim bir komutandan işkence ile sorgulama eğitimi alan, savaş sonunda yıllarca hapis yatan, çıktıktan sonra hapiste öğrendiği kart sayma becerisiyle ünlü bir kumarbaza dönüşen bir ‘anti-kahraman’ın öyküsü. Kumarbaz’ın intikam ateşi ile yanıp tutuşan bir başka askerin oğlu ile kurduğu dostluk, ikisini de kaçınılmaz sona sürükler… Dünya jandarmalığına soyunan Amerika’nın karanlık yüzüne ayna tutan Schrader’in senaryo yazımındaki, karakter yaratmaktaki ustalığına şapka…