Geçen Cuma günü Silivri’deydim; Mustafa Balbay’ı görmek için gittim. O günkü yazımda Yıldırım Türker nedeniyle sessizleştirilen gazetecilerden söz etmiştim. Peki ötekiler? Gazeteci ve yazar olarak bunca bilinen isimler ne zaman, nasıl “öteki” olmuşlardı diye sorulabilir tabii; ama medyaya bakmak yeterli “öteki” konumlarını görebilmek için.

Onlar, tutuklanarak, yalnız sessizleşmekle kalmayıp, özgürlüğünden, eşinden, çocuklarından olan gazeteciler... Yazdıklarından, gazetecilik ilişkileri nedeniyle 15-25 yıllık cezalarla hakkında dava açılanlar... Davaların seyrinde kuşkular ortaya çıkarken, tutuklamaları cezaya dönüştürülenler... Silivri gibi gözlerden uzak, tecrit kampları gibi yerlerde yargılananlar.... Bir de, onları her gün, ama her gün anmak gerekirken susanlar? Biri de ben!

Bugüne dek Ergenekon gibi davalar ve bu nedenle tutuklananlar hakkında bir şey yazamadım. Biraz dava dosyaları hakkında gazetelere yazılanların ötesinde bir bilgim olmadığından, biraz da bunca kişi, bunca dava, geçmişte de yaşanılanlar varsa bu davaların gerçekten sağlam dayanakları olmalı diye düşündüğümden. O kadar ordu mensubu, emniyet müdürü, gazeteci, siyasetçi içeri alınmış; bunca güç odağı “hukukun kestiği parmak acımaz” diyerek boyun eğip adaletin tecellisini bekliyorsa, bu davaların “ciddiyetine” inanmak gerekiyor değil mi?

Davalar ciddi! Silivri’ye gittiğinizde daha iyi anlıyorsunuz bunu. İlk gördüğünüzde toplama kampına, savaş suçlularını yargılandığı bir yere gelmiş gibi oluyorsunuz.  Ürkütücü!

Davalar gerçekten ciddi! Tutukluluklar bitmiyor; 4-5 yılı bulan, cezaya dönen tutukluluklar yaşanıyor; savunma suçu işleyip haklarında dava açılıp ceza alan sanıklar var; yani dava üstüne dava, ceza üstüne ceza....

Davalar ciddi! 18 ayrı dava bir araya getirilmiş, birlikte yürütülüyor. 63’ü tutuklu 200’den fazla insan bir arada. Hem de Sedat Peker, Yalçın Küçük, Bedrettin Şiran,  Muzaffer Tekin, Veli Küçük, Mustafa Balbay gibi  alakasız isimler.... Mahkeme salonuna baktığınızda daha da çarpıcı oluyor bu, birbiriyle ilgisizliğin ötesinde, birbirinin  karşısında yer alan isimlerin aynı davada bir araya gelmesi.  Bir bildikleri vardır elbet!

Dedim ya davalar ciddi!  Türkiye’deki, gladio, derin devlet, darbe alışkanlığı gibi kötülüklerin” babası” sorgulanıyor.  Tüm bu isimleri bir araya getiren bir “baba terör örgütü” var. Bu davalar onu temizleyerek Türkiye’yi temizleyecek. O kadar ciddi yani!

Şimdi bu kadar ciddi bir dava ve suçlama karşısında, mahkemenin oluşumundan davaların birleştirilmesine, sanık lehinde olan delillerin değerlendirilmesinin nihai karara kadar ertelenmesine, tutukluluk halinin devamı için somut deliller aranırken bunlara aldırılmamasına filan bakıp kafaları karıştırmayın.
Davaların, darbeydi, derin devletti değil, iktidarın “tarihsel karşıtlarını” sindirmeye yönelik olduğunu söylemenin de yeri değil! İktidar dayanaklarını güçlendirmeyi ve muhalefet kaynaklarını kurutmayı amaçladığını söyleyenlere de aldırmayın.

Davalar ciddi! İnanmıyorsanız Silivri’ye gidin, bir görün!

Balbay’ın “Direnmek Gülümsemektir” diyen kitabını okuyarak gittim Silivri’ye. 1260 gün, 42 ay, dört yıla yakın bir zamandır tutuklu Balbay. Tuncay Özken, ondan da fazla.

Tanıklar dinleniyor o gün. Mahkeme salonuna bakıyorum; yukarıda  dediğim gibi şaşırtıcı bir manzara! Teröre karışan da, suikasta girişen de, mafyavari ilişkileri olan da, terörle savaşan da, bunları yazan da, aynı davalardan yargılanmakta! Dedim ya, hepsini birbirine bağlayan bir “baba” terör örgütü var!

Duruşmaya ara verildiğinde, sanıklarla izleyiciler arasında bağırış çağırış bir konuşma başlıyor.  İki taraf arasında epeyce mesafe, bir de jandarmadan duvar var.  Yine de birbirini görmek, görüşmek, konuşmak için bir fırsat oluyor bu aralar. Yüzler kah hüzünlü, kah gülüyor

En çok da sanıklar gülerek bir şeyler anlatıyorlar. Yakınlarına, onları izlemeye gelenlere moral vermeye çalıştıkları belli. Mustafa Balbay’ın dediği gibi; “Gülümsemek Direnmektir” diyorlar.

Kitabında cezaevindeki yaşam, gazetecilik,  hukuk ve davalar, siyaset ve dünya üzerine diye ayrılmış dört bölüm var. Özellikle hukuk ve davalar üzerine olan yazılarla ilgili olarak söylenecek çok şey var;  bunlara yerim yetmez. Ancak Başbakan’a yazdığı mektuplar öyle geçilecek gibi değil. Sekiz mektup var; çoğu da demokrasi ve hukuk tartışması denilebilir. Ancak, birinci mektupta onların gazetecilikten değil terörle suçlandıklarını söyleyen Başbakan’a, 1998 yılında açılan kendisi için açılan davadaki “ halkı din ve ırk farklılığı gözeterek açıkça kin ve düşmanlığa tahrik etmek” diyen iddianameyi hatırlatması var ki, gayet yerinde. Başbakan, “şiir okudum “derken, iddia bu! Onlar da gazetecilik yaptıklarını söylüyorlar, iddianame ise “gazetecilik faaliyetleri yoluyla terör örgütü için” çalıştıkları iddiasında.

Ayda bir kez olan açık görüş saatinin iki saatten bir saate indirilmesinden yola çıkarak Erdoğan’ın Pınarhisar’da kalacağı koğuşun önceden nasıl hazırlandığını ve sağlanan rahat koşulları hatırlatması da dikkate değer.

Birileri “öteki ve mağdur” sanıldığı günlerde bile öteki ve mağdur olmaz, korunurken, birilerinin daha hüküm giymeden bu kadar suçlanması,  sesinin soluğunun kesilmesi, vatan haini, savaş suçlusu gibi muamele görmesi üzerine düşüncelere sevk ediyor insanı. Acep nedendir diyorsunuz. İleri demokrasi denilen şey midir yoksa buna sebep?