Tutuklanmaya müsait!

ELİF ILGAZ

Baskılara karşı Özgür Gündem gazetesiyle dayanışmak için 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü gününde, ‘Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği’ kampanyası başlatıldı. Bugüne kadar 50’ye yakın gazeteci sanatçı, yazar, akademisyen, avukat ve Sivil Toplum Kuruluşu temsilcisi bu kampanyaya destek verdi. Her gün yeni bir isimin sadece bir (1) günlüğüne gazetenin sabah yapılan yazı işleri toplantısına katılarak sembolik de olsa devraldığı bu nöbet, kimilerinin klavye başına geçip emeğiyle destek verdiği, kimilerinin ise varlığıyla ve gündeme dair sohbetleriyle katkıda bulunduğu farklı bir dayanışma örneği oldu. Olmaya da devam ediyor.

Fakat kısa bir süre sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı soruşturma nedeniyle bu kampanya dayanışma için geleni de ‘dayanışılacak’ hale getirdi. Bugüne kadar 37 kişi hakkında soruşturma başlatıldı. İfadeye gelenlerin ardından da jet hızıyla davalar açıldı. Son olarak geçtiğimiz pazartesi günü ifade veren Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi gazeteci Erol Önderoğlu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) kurucusu ve başkanı, Adli Tıp Profesörü Doktor Şebnem Korur Fincancı ve gazeteci, yazar Ahmet Nesin bu ‘bir günlük dayanışma’ nedeniyle tutuklandılar! Gerekçe; ‘suç ve suçluyu övme’, ‘suç işlemeye tahrik’ ve ‘terör örgütü propagandası yapmak’.

Peki kimdi bu isimler?

Erol Önderoğlu’yla olan 20 yılı aşkın dostluğumu, Ahmet Nesin’le 3 kuşağın devam ettirdiği ilişkimizi ya da Şebnem Korur Fincancı’ya duyduğum hayranlığı başka bir yazının konusu olarak erteliyorum. Siz BirGün okurlarının da bu isimleri tanıdığını tahmin edebiliyorum ama yine de bu yazıda kısaca onların kimler olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Gazeteci Erol Önderoğlu, ayırt etmeksizin tüm basın davalarını takip eder, bunları Türkiye temsilciliğini yaptığı Sınır Tanımayan Gazeteciler için rapor haline getirir. Daha sonra da Bianet haber sitesinde Medya Gözlem Raporu adıyla haberleştirir. Basın özgürlüğü dünya sıralamasında 178 ülke arasında 151. sırada olduğumuz düşünüldüğünde, Önderoğlu’nun işinin hiç de kolay olmadığını tahmin edebilirsiniz. İşte 20 yıldır yaptığı bu çalışmalar ona 2014 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülünü de getirdi.

Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı. Hayatını işkenceyle mücadeleye adayan bir isim. Ortaya çıkardığı vakalardan ilk akla gelenler, İstanbul Terörle Mücadelede sorguda öldürülen sendikacı Süleyman Yeter ve yine gözaltında kaybedilen Baki Erdoğan. Ama benim için en unutulmaz olanı Manisalı Gençler’in işkenceye maruz kaldığını raporlarla tespit etmesiydi. Bu konudaki başarısı ve kararlılığı devletin de dikkatini çekti elbet ve kısa bir süre sonra da çeşitli baskı ve engellemelerle karşılaştı, görevinden uzaklaştırıldı. Adli tıp, işkencenin saptanması, ve rehabilitasyonu alanlarında dünya çapında çalışmaları oldu. Birleşmiş Milletler’in işkencenin saptanmasına uluslararası standart getiren ve kılavuz olarak kabul edilen İstanbul Protokolü belgesinin oluşturanlardan biri oldu. Kılık değiştirerek gittiği Bahreyn’de, öldürülen bir gencin doku örneklerini ülkesinden gizlice çıkararak, işkence sonucu öldüğünü tespit etti. Son dönemlerde ise en dikkat çeken ve sarsıcı çalışmalarından biri, bölgeye giderek hazırladığı Cizre Raporu’ydu. İzlenimlerini Evrensel’deki köşesinden de aktarmıştı.

Yazar Ahmet Nesin ise, doğuştan muhalifti. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi yazarlarından birinin oğlu. Babası Aziz Nesin gibi o da yazarlığı seçti. Erken yaşta siyasetle tanıştı, sosyalist oldu. İnatçı kişiliği ve cesareti babasını korkuttu. 1980 öncesi okullardaki sağ-sol olaylarına karışacağı endişesiyle babası yurtdışına gönderdi. Döndükten sonra çeşitli gazetelerde yazdı. Yayınlanmış 11 kitabı var. Odatv'de Sürdürdüğü köşe yazarlığının yanı sıra Aziz Nesin Vakfı’nın da yöneticiliğini yapıyor.

Neden tutuklandılar?

Bu başlığa geçmeden 3 nöbetçi yayın yönetmenini tutuklayan hakim Bekir Altun’u tanıtmak isterim. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarındaki sanıklara tahliye kararı veren hakim olarak biliniyor. Çok sayıda internet sansürü kararında da imzası var. Tweet sildirme kararı verdiği bir davada ise, hem davacı olmuş hem de karar verici.

Neden tutuklandıklarına gelince, kararda ‘tutuklanmaları yönünde bir engel olmadığı’ ifadesi kullanılmış! Yani tutuklamak olağanlaştırılmış. Oysa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. Maddesinde, ‘”Herkesin kişi özgürlüğüne ve güvenliğine hakkı vardır. Belirtilen haller ve yasada belirlenen yollar dışında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.” der.

Peki aslında tutuklamak için hangi şartların olması gerekir?

Tutukluluk kararı için kaçma şüphesi olması gerekirken, biz biliyoruz ki bu ‘üç nöbetçi yayın yönetmeni’ ifade vermeye kendi rızalarıyla gittiler. Suçun vasfı ve mahiyeti olarak bakıldığında ise, yapılan eylemin bir günlük bir dayanışma eylemi olması her şeyi açıklıyor aslında. Delillerin karartılma şüphesine gelince ise, tüm deliller zaten yayımlanan gazeteden alındığı için karartmak, yok etmek de söz konusu değil.

Katiller, tecavüzcüler bile adli kontrol, yurt dışı yasağı gibi kısıtlamalarla hatta çoğunlukla hiçbir kısıtlama olmaksızın serbest bırakılırken, bu kararı hukuk içinde kalarak anlamlandırmaya çalışmak yersiz. Aynı şekilde herhangi bir öngörüde bulunmak da mümkün değil.

İki gün gibi kısa bir sürede iddianame hazırlandı. Suçlamaya konu olan haberlerin dışında herhangi bir delil yer almadı. İddianamede Özgür Gündem gazetesinin, PKK ve KCK bağlantılı bir yayın hayatı sürdürdüğü belirtildi. Gazetede soruşturmaya konu edilen haberlerdeki içerik ve görsellerin ise, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği ifade edildi.

Seçilen bu üç isim çok sembolik. Neden diğerleri değil, bu isimler bilmiyoruz. Amaçlananın ne olduğu açıkça ortada; gazetecilere gözdağı vererek, dayanışmayı engellemek. Muhalefeti susturup, tek sesli bir medya oluşturmak. Buna izin vermeyeceğiz.