Definecilik sadece bir gömü arama hastalığı değil elbette. İşin öteki yüzü, hem Türkiye hem de dünya arkeoloji, eski eser pazarına eser sağlamak. Her yıl binlerce arkeolojik eser ve kültür varlığı kaçak kazılar ile çıkarılıp, yurt içinde ve yurt dışında satılıyor

TV’de defineciliğin reklamını yapmak…

Murat Nağış - Aktüel Arkeoloji Dergisi Yazı İşleri Müdürü

“Nasıl sorsam bilemedim...” diyor programı sunan kişi. Nasıl sorulacağı, ne sorulacağı bilinemiyorsa, sormak böylesine zorsa, bir defineci neden televizyon programına davet edilir? Programı biraz izleyince, işin aslının reklam olduğunu hemen fark ediyorsunuz. Televizyonların “Pazar Sohbetleri” gibi adlar altında topluma sundukları bu programlar, neresinden bakarsanız bakın yozlaşmayı gözler önüne seriyor.

Definecilik aslında uzun süredir arkeolojik alanların, kültür varlıklarının en büyük düşmanı. Fakat bugüne kadar, asli görevi arkeolojik alanları ve kültür varlıklarını korumak olan yöneticiler tarafından hiçbir zaman yeterli ilgi gören bir konu olmadığından, bir türlü kamuoyu oluşturulamıyor ve yeterli yasal düzenlemeler yapılamıyor. Durum böyle olunca da, güzelim coğrafya sürekli talan ediliyor. Bu talan öyle böyle bir talan değil, kültürel mirasımız düşmanca, acımasızca yok ediliyor...

Öncelikle, definecilik üzerinde yaşadığımız bu coğrafya için neden böylesine büyük bir sorun, onu anlatmak gerekiyor. Arkeolojik kalıntılar ve kültür varlıkları, insanlığın ortak mirası olarak evrenseldir ve korunması gerekir. İlk olarak, Anadolu’da uygarlığın günümüzden 12 bin yıl önce kök saldığını ve o zamandan günümüze hiç aralıksız devam ettiğini bilmek gerekir. Aralıksız olarak 12 bin yıldır üst üste biriken insanlık tarihinin geçmişine ait bu kültürel kalıntılar, Anadolu’nun her bir köşesinde kat kat, tabaka tabaka yayılmış durumdadır. Yani Anadolu’nun neresini kazarsanız kazın, geçmişe ait bu kalıntılar ile karşılaşırsınız. Bu kültür varlıklarının hiçbiri define değildir. Neolitik Çağ’a ait bulgular, arkeolojik bir kalıntı olarak nasıl 2863 sayılı kanun ile korunuyor ise Osmanlı Dönemi’ne ait kalıntılar da geçmişe ait değerler taşıdığı için 2863 sayılı kanunla korunmaktadır.

Bu nedenle öncelikle definecilere ne aradıklarını sormak gerekir. Örneğin bir defineci, Osmanlı Dönemi’ne ait sikkeler bulduğunda, bu bir kültür varlığı değil midir? Elbette kültür varlığıdır ve 2863 sayılı yasa ile korunmaya alınmıştır.
Elmalı Definesi’ni örnek alalım. Olasılıkla M.Ö. 546 yılında yaşanan bir savaş sırasında gömülerek saklandığı düşünülen “Elmalı Definesi” kültür varlığı değil midir? Elbette kültür varlığıdır ve yine 2863 sayılı yasa ile korunmaya alınmıştır.
Şunun altını çizmek gerekir; Anadolu coğrafyasında yani Türkiye’de define olarak adlandırılan aslında arkeolojik ve kültürel varlıklardır, defineciler ise aslında kaçak kazı yaparak eski eser kaçakçılığı yapan kişilerdir. Kaçak kazı yapan kişiler ise, suç işledikleri için polis ve jandarma tarafından yasal işleme tabi tutulmakta ve yakalanmaktadırlar.
Tabii, işin bir de öteki yüzü var. 1984 yılında yayımlanan 18294 sayılı (Resmi Gazete) Define Arama Yönetmeliği, define aranmasını yasal hale getirmektedir. Bu nedenle kaçak kazı yapanlar “definecilik yönetmeliğini” kendilerine bir kılıf olarak kullanmaktadırlar. İlgili Yönetmeliğin 16. maddesi şöyledir: “Define aramalarında kültür ve tabiat varlığı bulunduğu takdirde arama derhal durdurulur ve durum Bakanlığa bildirilir.”

Definecilerin hiçbiri elbette bu hukuksal saçmalıkları önemsemiyor çünkü Türkiye’de her yıl binlerce kaçak kazı yapılarak “define” adı altında kültür varlıklarına onarılamaz tahribatlar veriliyor. Örneğin günümüzden 2700 yıl öncesinde ait masif kayaya oyulmuş Frig Dönemi’ne ait bir kaya anıtı dinamit ile parçalanabiliyor. Selimiye Camii bahçesinde ya da antik kentlerde “define” bulmak için kaçak kazı yapılabiliyor. Her yıl binlerce arkeolojik alan ve kültür varlığı bu coğrafyanın hiçbir döneminde görmediği kadar büyük bir düşmanlık ile yok ediliyor.

Definecilik sadece bir gömü arama hastalığı değil elbette. İşin öteki yüzü, hem Türkiye hem de dünya arkeoloji, eski eser pazarına eser sağlamak. Her yıl binlerce arkeolojik eser ve kültür varlığı kaçak kazılar ile çıkarılıp, yurt içinde ve yurt dışında satılıyor. İşin komik ve acı yanı ise, Türkiye bu kaçakçılığı önlemek için hiçbir çaba sarf etmiyorken, bu eserleri yurt dışından geri almak için uzun yıllar süren, çok pahalı geri alım süreçleri ile uğraşmak zorunda kalıyor. Halbuki Herakles Lahdi’nin geri getirilmesi için harcanan mahkeme, avukat ve diğer masraflar, Türkiye’de kaçak kazıların önlenmesi için harcanmış olsaydı daha faydalı olurdu. Belki de lahit hiç yurt dışına çıkmazdı.

Konunun muhatabı olan Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’de definecilik sorununa yalnızca bir adli sorun olarak bakıyor ve definecilerin bulup içini boşalttıkları arkeolojik alanlarda müze müdürlüklerince kurtarma kazıları yapılıyor. Her yıl gerçekleşen müze kurtarma kazılarını takip ederek, define arayıcıları ya da eski eser kaçakçılarının nereleri kazdığını görmek mümkün. Ya da dünyanın farklı yerlerinde düzenlenen antik müzayede salonlarını dolaşarak bu eserlerin nereden geldiğini, kaçakçıların nereleri kazdığını anlamak da mümkün.

Peki, neredeyse her gün gazetelere yansıyan kaçak kazı haberleri, kültür varlıklarına yönelik büyük tahribatlar ya da polis ve jandarma tarafından suç üstü kaçak kazı baskını haberleri bize neyi anlatıyor? Yasal olarak define aramak mümkün ise neden konu adli ve yasa dışı olarak görülüyor? Defineci ya da eski eser kaçakçısının defineyi nerede aramasını bekliyorsunuz? Elbette arkeolojik ve kültürel varlıkların olduğu alanda arayacak. Sorunun kendisi aslında yasal boşluklardan kaynaklanıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın öncelikle bunu düzeltmesi gerekmez mi? Define arama makinalarının satışının bir an önce yasaklaması gerekmez mi? Kültür ve Turizm Bakanlığı arkeolojik alanların ve kültür varlıklarının daha fazla korunması için etkin bir çalışma yürütemez mi? Ya da cezaları daha da ağırlaştıramaz mı? Elbette bunun için yasal düzenlemeler yapılabilir, yapılması da gerekir. Aksi takdirde defineci biliyor ki, yakalandıktan sonra hakimin karşısına çıktığında serbest kalacak. Çünkü yasalar tarafından korunuyor ve yaptığı tahribat suç olarak görülmüyor.

Arkeologların bu konuda hiç suçu yok mu? Elbette var. 100 yıllık bilimsel bir arkeoloji geleneği olan Türkiye’de hala bir arkeoloji enstitüsünün olmaması, kazı çalışmalarını ve arkeolojik alanları Bakanlığın memur bakış açısından çıkarıp, bütünleyici ve kapsayıcı bir anlayışla topluma yayamaması, bilginin ve çalışmaların yaygınlaşmasını sağlayamaması gibi birçok neden Türkiye arkeolojisinin en büyük sorunları arasında. Arkeolojik kalıntılar ve kültür varlıklarını turizm açısından tüketilebilir alanlar olarak görme anlayışının bir an önce değişip, bunların üretici bir bakış açısıyla evrensel normlar içerisinde yeniden planlanması gerekir. Arkeolojik kalıntılar ve kültür varlıkları Türkiye için aslında çok büyük bir değer ancak maalesef yeterli bilinç yok.