Mesellerle, metaforlarla konuşmayı ben de seviyorum. Bir şeyi başka bir şeye benzetip kıyaslayarak anlatmak daha çarpıcı, daha akılda kalıcı oluyor.

İç politikadan dış politikaya daldan dala atlayarak sohbet ettiğimiz arkadaş, Afganistan konuşurken; “Yumurta içeriden bir baskıyla, içeriden bir güçle kırıldığında oradan hayat doğuyor. Dışarıdan bir güçle kırdığında içindeki hayatı da öldürüyorsun” dedi.

Irak, Afganistan, Suriye… Aklınıza nere gelirse… Dış müdahalelerle hiçbir yere demokrasi gelmediğini, tersine iç dinamiklerle doğabilecek bir hayatı yok ettiklerini yumurta örneğiyle anlatmak bayağı ikna edici oluyor.

Dışarıdan içeri, memlekette yaşananlara gelince de işe yarar mı yumurta metaforu?

İktidar yumurtasının içinden gelen sesler artmaya başladı. En militan “ekonomik mucize / Türkiye uçuyor” savunucuları bile işlerin iyi gitmediğini, yoksulluğun ve pahalılığın dayanılmaz hale geldiğini, bundan da iktidarın sorumlu olduğunu söylemeye başladılar. Alın size M. Metiner!

En militan başkanlık savunucuları, parlamenter sisteme dönülsün, yeni sistemde de cumhurbaşkanının hiç yetkisi olmasın demeye başladılar. Alın size N. Alçı!

Benzer bir şey bürokraside de oluyor. Kılıçdaroğlu’nun tarih vererek; “‘Emir almıştım’ diyerek bu kirli işlerden sıyrılamazsınız. Size kanun dışı her ne yaptırılıyorsa, pazartesi itibarıyla durun”, uyarısının arkasında da bürokrasi içinden gelen sesler var. Bir “parti devleti” kurmuş olan iktidarın, bürokratları devletin değil partinin bürokratı olarak kullanma baskısına tepki gösteren ya da ona gönüllü olanlara dair duyumlar artıyor.

Bürokrasiden gelen sesler daha da artacak; akla-kitaba-kurala uymaz işlerin yapıldığına dair örnekleri de onlara içeriden itirazları da daha sık duyacağız.

Geminin su almaya başladığı görülüp batacağı algısı yaygınlaştıkça böyle olur!

Kendisini bir “başarı hikâyesi” olarak anlatmak AKP’yi artık sadece trajikomik duruma düşürüyor. Muhalefetten biri bir şey söylüyor, iktidar onlarcasıyla ona cevap yetiştirmeye çalışıyor.

Yoksullukla hiçbir zaman gerçek anlamda mücadele etmeyen iktidar, sadaka-zekât söylemi üzerine kurulmuş ağlarla “sürdürülebilir yoksulluğa” mahkûm ettiği kitlelerin oylarını alarak yüzdürdü gemisini. Artık yoksulluk da sürdürülebilir değil!

Sürdürülebilir yoksullukla hayata tutunanlar aşırı yoksulluğa ve açlık sınırının altına düşmeye başladıkça hikâyenin sonu da göründü.

Bir yandan her ile bir üniversite açtık hikâyesi anlatıyor, öte yandan hiçbir iş bulamayan üniversite mezunlarının uçurumun kenarında çöp toplayarak hayata tutunmaya çalışmalarına bile tahammül edemiyorlar.

Bir yanda çöpe tutunarak uçurumdan aşağı düşmemeye çalışan üniversite mezunları var, öte yanda TÜGVA’ya tutunarak yolunu bulanlar!

Tarım da bitirilince, Anadolu’dan büyük kentlere otobüslerin bagajlarında taşınan tarhana, bulgur, fasulye, peynir çuvalları iyice azaldı ve kent yoksullarının yoksulluklarını sürdürebilmelerinin en eski damarı kurudu.

“U dönüşü” denilen 180 derecelik dönüş yapma ya da eski düşüncelerinin tam tersini savunmaya başlama hali bu durumun sonucu işte. Ancak, “U dönüşü” de hız kesip yavaşlayarak yapılan yumuşak bir dönüştür.

Bunlar iyi günleri AKP’nin! Daha “V dönüşü” var göreceğimiz; batan gemiyi erken fark edemeyenlerin, geminin yarısı suya gömülünce yapacakları o keskin dönüş!

U ya da V dönüşü! İçeriden gelen sesler işte. Ancak, metaforlar her durumda açıklayıcı olmuyor. İçeriden bir güçle kırılan yumurtadan mutlaka hayat çıkmıyor, ucubeler de çıkabiliyor. O yüzden, hayatı dışarıdan bir güçle de kurmaya çabalamak gerekiyor!