İstanbullunun Uber’i sevmesinin sonucunda, tehditlerin uçuşması değil bilakis taksilerin bu duyarlılığı görüp kendilerini yenilemeleri, otoritelerin de vatandaşları korumaları beklenir

Uber, değişim ve tehdit

Teknoloji tüm dünyada hızla gelişimini sürdürürken, bir yandan eski teknolojileri tarihin derinliklerine gömüyor, diğer yandan da üretici-tüketici herkesi bu değişime ayak uydurmaya zorluyor. Üretici tarafında yeni teknolojiler, sanayide yapay zekâ, nesnelerin interneti vb dijitalleşmeyi öne çıkarırken, aynı dijitalleşme tüketicilerin önüne sanal ortamlarla seriliyor. Bu iyi bir şey mi, kötü mü önceki yazılarda tartışmaya çalıştım, fakat yine şunu tekrarlamakta fayda var, son tahlilde bu değişimden kaçmak mümkün değil. Dolayısıyla hızlı bir dönüşümün içinden geçerken, bunu toplum yararına nasıl kullanmak gerekiyor sorunsalı etrafında bir tartışma yürütmek, herkes için en iyisi gibi duruyor.

Dünyanın içinden geçtiği teknolojik transformasyona Türkiye penceresinden bakılınca işte ortaya sarı taksi-Uber tartışması gibi tehditlerin havada uçuştuğu mafyatik bir resim çıkıyor. Trajikomik bu resim Türkiye’nin mikro ölçekte çekilmiş bir fotoğrafı gibi. Bu durum tabi hemen sosyal medyada da mizahi bir dilde yorumlanıyor. Yeni, genç, kibar, pırıl pırıl bir teknoloji, karşısında ise “senin camlarını kırarım” diyen eskiye ait bir kabalık. Haklı veya haksızdan önce bir rekabetin veya bir tartışmanın düzeyi ve üslubu, toplum olarak düştüğümüz noktayı öncelikle ortaya koyuyor.
Aslında sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde de protesto ediliyor Uber. Kimi ülkelerde taksiciler protesto ediyor, kimi ülkelerde trafik veya çevre kirliliği gerekçesiyle yayalar Uber’den şikâyetçi oluyorlar. İşin ucunda daha gelişkin teknoloji var sonuçta. Adamlar tek araba sahibi bile olmadan bu işten para kazanıyorlar. Üstelik ortada duran pastadan payını da artırmayı başarıyorlar.

İnsanlık adına, toplum yararına iyiyi güzeli sağlamak adına ortaya çıkmıyor elbette Uber. Nihayetinde Google gibi bir teknoloji devi tarafından çıkarılıyor. Toplutaşımanın ve taksi taşımacılığının eksiklerinin ve yanlışlarının yarattığı boşluğu doldurmak üzere piyasaya sürülüyor. Bu boşluk devasa bir kârlılık yaratıyor nitekim.

Esasında dünyanın yeni halinin yeni işlerinden biri Uber. Toplutaşıma yok olurken, her alan dijitalleşirken, özel yolcu taşımacılığının kar ataklarından biri.

‘Atıllıktan’, beslenen yeni trend: Paylaşım ekonomisi
Uber genel olarak bir paylaşım ekonomisi ürünü. Atıl duruma kaydırılmış kaynakların yeniden sistem içine dahil edilmesiyle ortaya çıkıyor. Nüfus artışı, göç ve kemer sıkma derken sistemin çoğalttığı sorunları avantaja çevirerek, enformel ve esnekleşmiş emek gücünden faydalanarak bir platform üzerinden hizmet sağlıyor. Uber, bu paylaşım ekonomisinin ürünlerinden yalnızca biri. Tıpkı insanların kendi evlerini kiralama mantığına dayanan Airbnb gibi Uber de araç sürücülerini bir araya getiriyor. Yani ehliyetiniz varsa bunu derhal paraya çevirme ortamı sunuyor. 21. yüzyıl kapitalizminin ortaya çıkardığı esnekleşmeyle, çalışma saatlerinin dışında kalan dinlenme zamanlarına talip oluyor, işsizlere kısmi süreli iş sunuyor. Ücret ise performansa bağlı tabii, ne kadar emek o kadar köfte prensibiyle çalıştırıyor.
Uber’i ve bağlı bulunduğu ekonomiyi, tanımı gereği birçok açıdan eleştirmek mümkün ve gerekli. Örneğin fabrikadan atılan bir işçinin, tüm haklarının silindiği bir işte çalıştırılmasının yeni ‘trend’ olması tartışılmalı. Veya ‘toplu taşıma olmalı, ulaşım temel hakkımızdır’ temelinde bir tartışma güçlendirilmeli. Fakat ben, bu tartışmaların sonucunda Uber yasaklansın veya bu tür paylaşım platformları kötüdür gibi bir sonuca varmak yerine, bu platformların emeğe ve insana yönelik yararlı bir platform haline getirilmesi gerekliliği sonucuna varıyorum.

Güncel sarı taksi- Uber tartışmasında da yine bu sonuç ortaya çıkıyor. İyi gitmeyen, emekçisinin ve müşterisinin de memnun olmadığı bir hizmete alternatif bir hizmet geliştiriliyorsa, bu rekabet sonucu ikisini de aşan, daha iyi, daha insani ve elbette ki daha ‘parasız’ bir sonuca varmak gerekir diye düşünüyorum.

İstanbullu Uber’i neden sevdi?
İstanbul Taksiciler Esnaf Odası Başkanı Eyüp Aksu, herkesin tepkisini çeken, hepimizi üslup açısından rahatsız eden konuşmasında İstanbul taksilerini Avrupa’dakilerle karşılaştırdı. Tuhaf. Çünkü İstanbul taksilerinin ne verdiği hizmet, ne de kurumsallığı Avrupa ülkelerindeki taksilerin yakınından bile geçmiyor.

Öncelikle Avrupa’nın herhangi bir yerinde, herhangi bir sokağında ters yönden giden, kırmızı ışıkta geçen, istediği yerde yolcu indiren bir taksi göremezsiniz. Kısa mesafe diye yolcu almamazlık yapamazlar- yaparlarsa cezası var ve cezalar uygulanır. Dolayısıyla hele ki İstanbul taksileri açısından bu karşılaştırmayı yapmak yersiz olacaktır. Hiçbir kurala uyulmaması, yolcuyu elbette daha takip edilebilir bir sistemin parçası olan Uber’e yönlendirecek, kendini burada daha güvenli hissedecektir.

İstanbullunun Uber’i sevmesinin sonucunda, tehditlerin uçuşması değil bilakis taksilerin bu duyarlılığı görüp kendilerini yenilemeleri, sokaklarda kuralları uygulayan otoritelerin de vatandaşları bu yönlerden korumaları beklenir.

Araçsız hava sahaları mümkün mü?
Neden olmasın. Yukarıdaki tartışma daha çok su kaldırır. Sonuçta ortada bir büyütülmüş rant var. Nasıl büyütüldüğünü de toplu taşımanın haline bakarak görmek mümkün.

Bizler bu hengamede tartışaduralım, dünyanın gelişmiş sanayi bölgeleri araçsız hava sahaları kurmak için kolları sıvıyor. Almanya hükümeti, Stuttgart and Düsseldorf gibi büyük kentlerde emisyon standartlarını karşılamayan araçları kent merkezlerine sokmamaya ilişkin yasa çıkarmaya hazırlanırken, Oslo kentinde de 2019 itibariyle araç yasağı geliyor. Bunun yanında Madrid 2020 yılına kadar şehir merkezlerinde 500 dönümlük alanı tamamen araçsızlaştırma hazırlığında ve şehir planlamacıları şehrin en işlek caddelerinden 24 tanesini yürüyüş için yeniden tasarlıyor. Paris ve Londra gibi şehirlerde 2020 yılına kadar dizel araçların yasaklanması beklenirken, hemen hemen her büyük şehirde bisiklet ve yayalara öncelik veren yeni tasarımlar uygulanıyor.

Şimdi böylesi bir uygulamanın tüm bu şehirlerde hayata geçirilebilmesinin elbette bir açıklaması ve nedeni var. O da tüm bu şehirlerde toplu taşımanın nispeten güçlü olması ve şehirlerin yine Türkiye’ye kıyasla insan odaklı planlanması.
Ne var ki, Türkiye’de bugün böylesi bir şehir planlamasının olmaması, bu denli rant, bizlere hemen enseyi kararttırmasın. Düşünün ki son 10 yılda tüm büyükşehirlerin ‘silueti’ nasıl biranda değişti. Demek ki istenildiğinde değişim her zaman, her yerde mümkün oluyor.