Önceki iki yazımızdan da anlaşılıyor ki, şimdiden iki "Hayır" ımız bulunuyor.

Önceki iki yazımızdan da anlaşılıyor ki, şimdiden iki “Hayır” ımız bulunuyor. İlki 12 Eylül Anayasası’na, ikincisi 12 Eylül’ün ürünü ve mirasçısı AKP’ye.

Bunları tamamlayan üçüncü “Hayır”ımız ise hiç şüphesiz, önceki tavrımızın mantıki bir sonucu olarak hayırla yad etmediğimiz bu AKP’nin hazırladığı Anayasa’ya, yani AKP Anayasası’na.

Peşinen şunu belirtelim, “12 Eylül ile hesaplaşma” olarak referanduma sunulan, AKP Anayasası olarak nitelendirdiğimiz Anayasa değişiklik paketi bu temel iddiasının aksine 12 Eylül düzeninin yenilenerek sürmesini sağlıyor. Paket, demokratik katılım yollarını kapatan 12 Eylül kurumlarını ortadan kaldırmak bir yana yenilerini oluşturuyor (Danıştay’a alternatif Kamu Denetçiliği Kurumu’nun ihdas edilmesi gibi) ve var olan tartışmalı kurumlara (işçi sınıfına saldırının bir aracı olarak kullanılan Ekonomik Sosyal Konsey’in anayasal bir kurum haline getirilmesi gibi) anayasal güvence getiriyor. Paketle bir yandan bu kurumlar eskisi ve yenisiyle birlikte ele geçirilmeye çalışırken, öte yandan 12 Eylül’ün örgütlenmeye ilişkin getirdiği yasakçı çerçeve ve örgütlenme yasakları sürdürülüyor. Bu durumda “12 Eylül’le hesaplaşma” kocaman bir yalandan öteye geçemiyor. Ayrıca, geçici 15. Maddenin yürürlükten kaldırılması da durumu kurtarmaya yetmiyor. Çünkü bu düzenlemenin, gerek zaman aşımı gerekse mevcut ceza yargılamasına ilişkin düzenlemelerdeki sanığın lehine olan kanun hükümlerinin uygulanması gibi nedenlerle, herhangi bir yaptırım gücü ve getirisi bulunmuyor. Dolayısıyla, nasıl önceki 16 değişiklikle (1982 Anayasası 16 kez 16 ayrı yasayla değişikliğe uğramış ve 83 maddesi değişmiştir) “12 Eylül’le Hesaplaşma” değişikliği değilse, bugün yapılmak istenen 17. Değişiklik de bir hesaplaşma değildir. Zaten istese de 24 Ocak Karaları’nın bugünkü sahibi, 12 Eylül ürünü ve mirasçısı olan bir partinin hazırladığı bir anayasa değişiklik paketinin kendisini var eden 12 Eylül’le hesaplaşabilmesi mümkün değildir.

Bu genel değerlendirmenin ardından, üçüncü “Hayır”ımızın gerekçelerine geçebiliriz. Hayır Cephesi’nin ürettiği gerekçelerin tümüne yer darlığı nedeniyle değinebilmemiz mümkün gözükmüyor (bu bileşenlerin hazırladığı ve bazılarında bizim de imzamızın bulunduğu bildirilerde bu gerekçeler tek tek sıralanıyor).

İşte size çarpıcı bulduğumuz gerçeklerden örnekler:

* AKP’nin değişiklik paketinin hazırlık, Meclis görüşmesi ve referanduma götürülmesi ile referandum kampanyası süreçlerinde dayatmacı bir tavır sergilemesi (hatırlanacaktır, bu konu ilk yazımızda ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştı),

* Anayasa’nın kurumsal boyutuna ilişkin ( Anayasa Mahkemesi, HSYK gibi örgütlerle ilgili) değişikliklerin, haklar ve özgürlüklere ilişkin düzenlemelerle birlikte oylanması. Yani, seçmen iradesinin hiçe sayılarak birbirleriyle ilgisiz konuların tek paketle oya sunulması. Aynı sakat mantıkla, haklar ve özgürlüklerin referanduma götürülmüş olması.

* 12 Eylülcüler’in yaptığı gibi yürütmenin ve Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini daha da arttırarak yargıyı siyasal iktidara hepten bağımlı kılması ve böylece güçler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırması ve askeri vesayetin yerini İslamcı sivil vesayetin alması.

* Emperyal güçler ve onların iş birlikçi sermaye gruplarının talepleri doğrultusunda kamu yararının piyasa çıkarıyla ikame edilmesi ve bu bağlamda yerindelik denetimine mutlak sınırlama getirilmesi (oysa bu tür bir sınırlama mevcut mevzuatta da vardı. Bunun Anayasa’ya taşınması kamu yararı gözetilerek yapılan denetime gözdağı verme anlamını taşıyor).

* Kamu emekçilerine toplu sözleşme hakkı tanındığı idda edilerek, grevsiz sendika ve toplu sözleşme hakkının olamayacağı gerçeğinin göz ardı edilmesi (Bu düzenleme ile kamu emekçilerine grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı tanınmadığı gibi, uğruna yıllarca mücadele edilen ve bedeller ödenen grev hakkı zorunlu tahkim sistemi üzerinden -Uzlaşma Kurulu oluşturularak- açıkça yasaklanıyor).

Umarız, gerekçelerin bu kadarı bile “Hayır” demeye fazlasıyla yeterlidir. Yeter ki bir kez “Hayır” diyelim. O zaman göreceksiniz ki, başka bir yaşam var olabilecek ve başka bir Anayasa (toplumsal uzlaşmanın gerçekleştiği) yapabilmek mümkün olabilecek.