Çoğumuz kullanmıştır. Yazılarda kullanmamaya dikkat etsem de, röportajdı, tv programıydı bir yerlerde ben de ağzımdan kaçırmış olabilirim. “Muhalif medya” yahut “muhalif gazeteci” tanımlarından söz ediyorum. Bunun refleksleşmesinin bir nedeni ‘Havuz Medya’nın sefaleti. İnsan bir şekilde o gruptan kendini ayırmak için medya veya gazeteci terimlerinin önüne bir sıfat arıyor. Bu kısmıyla anlaşılabilir ama yine de yanlış. Çünkü Temel Gazetecilik (101) dersinde öğrenilir ki, muhalif gazeteci diye bir şey olmaz. Demokrasinin dördüncü gücü olma iddiasındaki gazeteciliğin, zaten sistemi denetleme misyonu vardır ve bu da onu doğal muhalif yapar. Yazıya sıkıcı bir gazetecilik dersi gibi başlamamın bir nedeni var. “Muhalif medya” kavramından neden kaçınmamız gerektiğine dair üç taze örnek önümüzde çünkü. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun derdi bu.

1-Dilek Doğan haberi ve Sözcü

Dilek Doğan’ın öldürüldüğü ana dair görüntüler hepimizi allak bullak etti. İlk şoktan sonra sosyal medyada Sözcü’nün Dilek Doğan öldürüldüğü zaman yaptığı haber dolaşıma çıktı. Şenol Gezer imzalı haber “Dilek canlı bomba şüphesiyle vuruldu”, “polise ateş açıldı”, “çatışma çıktı” gibi net ifadelerle olayı aktarmıştı. Görüntüler Sözcü’nün yalan haberini de açık etmiş oldu. Sözcü’nün haberi polis bülteni gibi bir şeydi. Eğer sadece bir iktidar odağına (parti/kişi) “muhalif” olan ya da görünen tüm medyayı “muhalif medya” parantezine alırsak Sözcü’yü nasıl açıklayacağız? Oysa olaya gazetecilik açısından bakarsak tek kelimeyle kötü ve Sözcü’nün ilk kötü gazetecilik örneği değil.

2- Umut Nöbeti’nin gölgelenmesi

Can Dündar ve Erdem Gül için tutulan Umut Nöbeti’ne bir tartışmanın gölgesi düştü. Nöbete Nazlı Ilıcak, Mümtaz’er Türköne gibi isimlerin iştirak etmesi rahatsızlık yarattı. Özellikle Ilıcak ‘ın AKP-Cemaat koalisyonunun mutlu günlerinde tutuklu gazeteciler için yazdıkları gündeme geldi. Sırf -konjonktürel bir kırılma ile- AKP’ye muhalif diye Nazlı Ilıcak yada Mümtaz’er Türköne ile aynı “muhalif medya” parantezine girmek rahatsız edici değil mi? Açıkçası beni rahatsız eder. Eğer şu anki muhalifliğine değil de zamanında gazeteciler tutuklanıp baskı görürkenki pozisyonlarına bakılırsa soru işareti kalmaz. O dönem bir gazetecinin olması gereken pozisyonda kalmadıkları için bugün inandırıcılıkları yok bence. Dündar ve Gül’e çok yakışan bir güzel nöbeti de trollediler o yüzden.

3- Ara Güler ve hayal kırıklığı

Ara Güler’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret ederek fotoğraflarını çekmesi tepkiye neden oldu. Ara Güler ki “fotoğraf sanatçılığı”nı bile reddedip “foto muhabirim” demiş biri. “Ben muhalifim” diye ortalarda gezindiğini de hatırlamıyorum. Çoğuna muhalefet etmek için pek çok neden bulunacak devlet adamlarının da fotoğraflarını çekmiş ayrıca. Kendi tabiriyle gördüğünü çekmiş. Hatta 2012’de Erdoğan’ın elinden şakalaşarak ödül almışlığı da var. Oysa görüyoruz ki “muhalif medya” aldatmacası onu da “doğal muhalif” torbasına atmış. Olaylara sadece yapılan iş “gazetecilik”, “muhabirlik” açısından bakmaya çalışırsak böyle hayal kırıklıkları da olmaz sanki.

Bu üç örnek farklı farklı gibi görünse de aynı yere çıkıyor. Muhalif medya, muhalif gazeteci, muhalif muhabir gibi tanımları ağzımızdan bile kaçırmamakta fayda var. Yarın kimlerin muhalif medya olacağı ve kimlerle aynı torbaya gireceğiniz hiç belli olmaz çünkü. Pozisyon hep “gazetecilik” olmalı. İlla bir yanlışa muhalefet etmek gerekiyorsa, gazetecilik tanımında o da gizli.

•••

Noel Baba belki kel ama fodul olamaz

Yeni Şafak’ta Yavuz Fettahoğlu diye biri “Vicdansızsın Noel Baba” başlığıyla Noel Baba’ya açık mektup yazmış. Haliyle saçma sapan bir metin, ama sonlarında bir yerdecan evimden vurdu beni. “Yakında kukuletan düşer kelin görünür” diyor. Bu cümle üzerine Noel Baba’yı hiç şapkasız düşünmediğimi fark ettim. “Kel mi ulan Noel Baba?” diye istemsizce sordum bir anda. Çocukluğumda Erol Evgin’in saçlarının peruk olduğunu öğrendiğim andaki gibi bir şok. Kafamda deli sorular. Hep Yeni Şafak’ın bu ‘gazetecilik başarısı’ yüzünden.