Bizim memleketin bilgiyle ilişkisi çok dertler açıyor başımıza. Bir kere bilgi küçümsenen bir şey. Hemen sağınıza solunuza dönün eğitimle ilgili fikirlerini sorun. Çok az insan dönüp size analitik bir açıklama yapacaktır. Pek çoğu dönüp “kurbağanın sindirim sistemini anlatıyorlar, ne işimize yarar ki bu?” diyecektir.

Maalesef kahraman topraklarımızda bir şey öğreneceksek o şey muhakkak bir işe yaramalıdır. Öbür türlü “niye öğrenelim ki?”.

İnsanlar okullardan bir şeyler öğrenmeyi değil, kazanmayı bekliyor. TEOG, üniversite sınavı, müdür olmak, devlete kapağı atmak… Hal böyle olunca okullar da buna göre örgütleniyor.

Daha ilkokuldan bilginin yağını çıkarmayı öğrenen çocuk tabii ki ileride iş beğenmiyor. Farkında mısınız ne kadar az insan yaptığı işten memnun. Halbuki bir iş yapmaya değiyorsa iyi yapmaya da değer. Lakin ‘oralara buralara’ tırmanmak, ‘şuraları buraları’ edinmek ve ‘ona ve öbürüne’ hükmetmek olarak konulmuş hedeflerin insanlığa, insanın kendisine nasıl bir faydası olabilir. Hem bunlar hedef dahi değil ki. Bunlar isteme nöbeti.

İnsanlar bilgiyle bu kadar pragmatik bir ilişki kurunca bu insanlara sunulan da bu kadar oluyor. Hepimiz biliyoruz ki okullarımız özgüvenli, meraklı çocuklar mezun etmeye çalışmıyor. Okullarımız ‘sınavda hızlı soru çözebilen’, ‘vatanına milletine bağlı’, ‘sünni müslüman’ bir şeyler mezun etmeye çalışıyor.

Ve tabii akademik eğitime abanılıyor. Durum yukarıda tarif ettiğim gibi olunca akademik eğitimden anladıkları da hamaset dolu yalan yanlış bir tarih, sıkıcı bir edebiyat ve ezbere dayalı bir matematik demek oluyor.

Duymayan kalmamıştır, 100 yıl sonra, Albert Einstein’ın tüm evrene yayıldığını söylediği yerçekimi dalgalarını gözlemlediler. Yerçekimi dalgalarını görebilmemiz, fizik dünyasında pek çok açıdan zihin açıcı oldu.

Bizim memleket konuya iki düzeyde yaklaştı.

Bunun mala davara ne faydası var?

Yahu bak Batı nelerle uğraşıyor, biz şurada nelerle uğraşıyoruz.

Birincisi ne kadar küçültüyor konuyu, ikincisi de ne kadar yüceltiyor. Bu ikisini birden aynı insanlar bu şekilde telaffuz edebiliyor üstelik. Çok acayip.

İkincisi sonuna kadar haklı. Hakikaten ‘eller aya biz yaya’ durumu çok sinir bozucu. Ama birincisi olduğu sürece ikincisi kaçınılmaz değil mi? Önce bilgiyle ilişkimizi bir düzene sokmamız gerekmiyor mu?

Yahu adamlar kara deliklerin ötesini deşmekten, evrenin ‘karanlık tarafını’ görmekten, bilinmezi bilmekten, büyük patlamayı anlamaktan bahsediyorlar, bir milyar yıl önce yaşanmış bir olayı bugün kaydedebiliyorlar, biz ne diyoruz: “İyi de bunun bana ne faydası var”. Elinin körü. Ben böyle düşünen insanların nasıl selamlaşabildiğine şaşırıyorum. Öyle ya, ne faydası var?

Bu nafile ahkam severlik bana hep gazete sitelerindeki yorumları hatırlatıyor. Örneğin adam jeolog, dünyadaki fay hatları üzerine teferruatlı açıklamalar yapmış, gazetenin birisi de bunu haber haline getirmiş. Altına birisi hötönk diye yorumu yapıştırıyor: “Bence öyle değil.” Sence öyle değil öyle mi? Sen kimsin?

Hadi bu yorumu yapanı anladık. Çok yorum yaparak skor edinmek peşinde, ilgi çekmek peşinde. Onu yayınlayan moderatöre ne demeli? Saçmalamak nasıl bu kadar serbest olabilir allasen? Adam oraya yorum olarak o şekilde sabuklamasa da ne bileyim Cizre’deki Bodrum katına dair bir şeyler sorsa muhtemelen hemen silinecek. Dilediğini söyleyebilirsin. Bir anlam ifade etmediği sürece.

“Batı bunlarla uğraşırken” bizlerin böyle naçar kalmasına neden şaşırıyoruz? Fakiriz diye mi? Fakir değiliz ki. Chiapas fakir. Gidin San Cristobal’e, gidin Zapatist köylerine ne kadar yaratıcılar, yüzlerindeki gülümseme nasıl yayılmış yüzlerine, gözlerinin içi nasıl ışıldıyor. O Zapatist köylerinde sabah öğle akşam kurufasülye yiyorlar ama bütün duvarları rengarenk. Konu fakirlik değil. Bakınız Birleşik Arap Emirlikleri’ne, adamlar çöle kayak tesisi yaptılar, gökdelenleri göktaşlarına çarpmak üzere, altın telefonları parıl parıl parlıyor ama hala gözlerinin içi gülemiyor. Nasıl gülsün ki? İnsan çölde kayak yapmakla kaç dakika üst üste mutlu olabilir?

Medeni dünyaya gidin ve bir anlatmaya çalışın bakalım burada olup bitenleri. Ben çalıştım çok enteresan sonuçları oluyor. Konuya yabancı birileriyle konuşuyorsanız masalcı dede muamelesi görüyorsunuz. İnanmıyorlar. Biraz dış politika takip edenler olan bitene anlam veremediklerinden ortada anlam verilecek pek bir şey olmadığını görünce müthiş bir aydınlanma yaşıyorlar.

Hayatı kalbin attığı sürece geçirilecek zamanda edinilecek mülk, yaşanacak haz mevzusu sanmak, şahsi zenginliği tapu sayısıyla bölgesesel zenginliği de asfalt ve bina boyuyla ölçmek ne hazin yanılgıdır.

Bir meyhane mahallesinde yüz milyon çeşit birörnek meze ile donanmış bir sofra mı daha heybetlidir yoksa bir mahalle meyhanesindeki üç beş çeşit taptaze ve uğraşılarak hazırlanmış sofra mı? Heybetten ne anladığınıza bakar.

Büyük, daha büyük ve daha da büyük peşinde koşanların yolu açık olsun. Lezzet ve muhabbet peşindekilerin şerefine.