Freud, ‘Uygarlık ve Hoşnutsuzluklar’da, insanlığın üç yönden gelen acıların tehdidi altında olduğunu yazmıştı: “Birincisi, çürümeye ve dağılmaya mahkûm olan ve uyarı işaretleri olarak acı ve endişe olmadan yapamayan kendi bedenimizden; ikin-cisi, ezici ve acımasız yıkım güçleriyle üzerimize gelen dış dünyadan; ve son olarak da diğer insanlarla ilişkilerimizden…”

Freud’un bahsettiği bu üç tehdit, koronavirüsle somutlaşmış ve bir araya gelmiş gibi görünüyor, özellikle insanlarla ilişkilerimizden kaynaklı soyut tehdidi somutlaştır-ması dikkat çekici. Sitüasyonistlerin, ‘gösteri toplumu’ olarak tarif ettikleri, insan-ları tecrit edilmiş bir yalnızlığa mahkûm eden tüketim toplumu, büyük bir krizde. Zaten yalnızdı insanlar, ama bütün o vitrinler, mağazalar, görünür olabilecekleri alanlar ortadan kalktıkça, tecrit edilmişlikleri somut bir görünüme kavuştu. Kaçacak bir yer kalmadı, tekinsizliğin mahrem alanı olan evlerden başka. Artık ‘yaparak’ varolmanın yetmediği, ‘olma’nın zorluklarıyla birebir karşı karşıya insanlık.

Maskesini takmış, eldivenlerini giymiş birinin bir AVM’deki markete girişini hayal edelim. Kapıda bir görevli, tabancaya benzeyen bir ateş ölçeri alnınıza dayıyor. Ateşiniz 36.1, geçebilirsiniz diyor görevli. Ya ateşiniz 38 derece olsaydı? Hızla marketin içine giriyorsunuz. Yüzünüzdeki maske nefes alışverişinizi zorluyor, terli-yorsunuz, önceleri uzun uzun incelediğiniz ürünlerin önünden hızla geçip en kısa sürede dışarı çıkmanın yolunu arıyorsunuz. AVM’ler artık korku verici yerler.

Hayatın her alanında ‘yapma’ becerileriyle ayakta kalan ve o becerileriyle oluştur-dukları teknolojik ve dijital gerçekliği tek gerçek kabul eden bireyler, tümgüçlülük yanılsamasının çözülmesiyle savunmasız kaldılar. Kendi öz güçlerinden ve öz becer-ilerinden yoksun kalmış insanlar için başka bir varoluşun önünü açabilir bu kriz du-rumu, kim bilir… Bugünler geçtiğinde, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ko-nusunda hemfikir pek çok düşünür.

İnsanlık tarihi boyunca çoğunluğun mutluluğunu hedefledi iktidarlar, mutluluk de-nilen şeyin tek tarifi de ‘belirsizlik’lerin ortadan kaldırılmasıydı. Zygmunt Bau-mann’ın ‘Parçalanmış Hayat’ta yazdığı gibi, belirsizliği varoluşun ne kadar dışına iter, onun yerine zorunlulukları ne kadar koyabilirse iktidarlar, çoğunluk da yaşadıkları tüm keder ve acıya rağmen o kadar huzurlu hissedebilirler. Şimdilik, o huzuru iktidarlar sağlayamıyor.

Baumann, kitabında Jeremy Bentham’dan bir alıntı yapmış: “Eğer bir kişi çalışma-yacak olursa, sabahtan akşama kadar yapabileceği tek şey, ruhsuz bir biçimde kuru ekmeğini yemek ve katıksız suyunu içmektir.” Baumann, Bentham’ın bu tespitini geliştirerek, çoğunluk için iki tür seçimin söz konusu olduğunu yazmış: “Aptal-laştırıcı ve aşağılık aylaklık ile aptallaştırıcı ve aşağılık ücretli çalışma.” Aptal-laştırıcı aylaklık, bütün gün televizyon izlemek ya da elektronik medyaya ya da bilg-isayar oyunu dünyasına çekilmek ve orada yaşamak olarak düşünülebilir. Böylesi bir aylaklığın sonuçları ister istemez daha fazla atalete, çaresizlik ve güçsüzlük duygu-larına neden olacaktır. Bugünlerde yapılması gereken en önemli şey, kendi öz güçlerimizle bağlantı kuracak beceriler geliştirmek olmalı, müzikle, edebiyatla, el becerileriyle, kendi iç dünyamıza düzenleyeceğimiz yolculuklarla ‘olma’nın olanak-larını keşfetmek… Gerçeklik, bedensel, ruhsal ve entelektüel zihinsel öz güçlerimizle yaşadığımız ve şekillendirdiğimiz bir yer olmadığı sürece, bağışıklık sistemimiz aptallaştırıcı aylaklıklarla çökebilir… ‘Olma’nın olanaklarını nasıl keşfedebileceğimizi, önümüzdeki yazılarda ele almaya devam…