Milyonların artan geçim maliyetleri altında ezilerek “geçinemiyoruz” feryatlarını yok sayarak asgari ücretin sadaka olarak açıklanması, AKP’nin kurduğu rejimin karakteristiğini apaçık ortaya koymaktadır.

Ücret asgari, teslimiyet azami

Zafer AYDIN

Her yılın aralık ayında olduğu gibi bu yıl da ışıklar açıldı, sahne kuruldu. İşçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan 15 üyeye sahip Asgari Ücret Tespit Komisyonu yeni asgari ücreti belirlemek üzere toplantıya başladı. Her zaman olduğu gibi milyonlarca emekçinin gözü kulağı Ankaradaydı. Elbette asgari ücretin belirlenmesi, duyurulması asgari ücretle çalışsın, çalışmasın her zaman emekçilerin ilgi alanındaydı. Ancak son iki yılda ilgi oldukça yükseldi. Bunun nedeni, hem asgari ücret ile çalışanların sayısının hızla artması, asgari ücretin genel olarak çalışanların ortalama ücreti haline gelmesi hem de fiyat artışları karşısında ücretlerde yaşanan hızlı erimeydi. İlgi de, beklenti de ne kadar yüksek olursa olsun sonuç çalışanlar için yine dağ fare doğurdu olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Fiyat artışlarının yol açtığı yoksullaşma karşısında dayanıklılığı olmayan kısa sürede eriyecek miktar olarak 8 bin 500 lira açıklandı.

Çalışanların, insanca koşullarda yaşamını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyulan en alt gelirin belirlenmesi ve bunun bir yasal çerçeve oturtulması özü itibarıyla devletin işgücü piyasasına müdahalesidir. Asgari Ücret Tespit Komisyonu ise müdahalenin aracı olarak tasarlanmıştır. Başlangıçtan itibaren de niteliğine uygun iş gördü. Asgari ücret belirlenmesinde işçinin ve ailesinin geçimini asgari düzeyde sürdürebileceği bir gelirin ne olabileceği konusu daima masanın üzerinde olur. Tartışma işçinin yeniden üretebilmesi için ihtiyacı olan bakım, beslenme, sosyal kültürel giderlerini en alt seviyede dahi olsa karşılayabilecek bir miktar üzerinde yoğunlaşır. Ancak toplantılar, işçinin geçinebileceği ücretin değil, ödenecek miktarının belirlenmesi ile sonuçlanır. Bu belirlemede esas alınan işçinin, ailesinin yaşamı, geçimi değil, asgari ücretin sermayenin rekabet gücünü kırmadan, fazla mali yük çıkarmadan en “zararsız” haliyle yürürlüğe girmesidir.

Asgari ücretin belirlenmesi için kurulan masa hiçbir zaman gerçek müzakere masası olmadı, olamazdı. Çünkü işçi kesimi müzakere gücünü artıracak grev hakkı vb. yöntemlere sahip biçimde masaya oturmuyor. Oy çokluğuna dayalı karar alan komisyonda işçi temsilcileri genellikle azınlıkta kalmakta ve alınan karara muhalefet etmekte. En çok üyeye sahip konfederasyon olması itibarıyla komisyonda işçileri temsil eden Türk-İş ise kendisine verilen rolün dışına çıkmadan oyunun parçası olmayı sürdürdü. Asgari ücretin belirlenmesinde işçi lehine olmayan bu yapıya itiraz etmediği gibi potansiyel gücünü komisyon ve hükümet üzerinde baskı oluşturacak biçimde kullanmadı. Açık kalan mikrofondan duyulduğu gibi “işi büyütmekten” hep kaçındı. Bu kaçınmada iktidarı ve sermayeyi üzmemek çabası olduğu kadar oturduğu koltuktaki rahatını bozmamak da vardır. Çünkü yükselen asgari ücret, toplu iş sözleşmelerinde ücret artış taleplerini yükseltecek ve örgütsüz işçilerin sendikalaşma isteğini kabartacak bir sonuca yol açar. Özellikle asgari ücretin ortalama bir ücret haline gelmesiyle toplu iş sözleşmeleri dün olduğundan daha fazla asgari ücrete duyarlı hale gelmiştir. Bu nedenle asgari ücretin düşük belirlenmesi masadaki tarafların rolleri, söylemleri farklı olsa da ortak arzusudur.

Gel gör ki, asgari ücretin tespitinde sahici müzakere masası olmayan Asgari Ücret Tespit Komisyonu da fiilen lağvedildi. Tek adam rejiminin ruhuna ve uygulamalarına uygun olarak asgari ücrette son sözü Cumhurbaşkanı söylüyor. Zenginden alıp fakire veriyor, ulufe dağıtıyor görüntüsü altında ve “geçinemiyoruz” feryatlarına kulaklarını tıkayarak. Şu tartışmasız bir gerçek ki, AKP için asgari ücret, hak değil sadaka ve yardımlarla kurduğu toplumsal düzenin unsurlarından biridir. Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin “Asgari ücretliye, memura, emekliye ne verilse haklarıdır; fakir fukaraya vermek bereket getirir” sözleri bunun en açık delillerinden biridir. Ortaçağ’da tarım krizleri ile ortaya çıkan yoksullaşmaya karşı rahiplerin, soyluların tüccarların kurduğu “genel sadaka” mekanizması ne ise AKP için asgari ücrette odur. Ortaçağ’da genel sadaka sistemini kuranlar nasıl ki bu sayede yoksulları işgücüne katmayı amaçlıyorduysa, AKP için de amaç aynıdır. Çalışanın karnı doysun ve çalışmaya devam etsin. Gelecek diye bekledikleri “bereket” ise daha çok kâr, daha çok sömürüdür. AKP’nin asgari ücrete sadaka olarak yaklaşımı ideolojik politik formasyonunun ürünü olmakla birlikte bunu bu kadar pervazsızca ortaya koyabilmesi, emeği temsil eden örgütlerin bayramda bahşiş bekleyen ramazan davulcuları gibi Saray’ın kapısından gelecek açıklamayı beklemesidir. Hakkı savunmak yerine verilecek sadakanın miktarını konuşmasıdır. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun fiilen ortadan kaldırılmasına “Madem asgari ücret Saray tarafından açıklanıyor, bu komisyon niye var?” diye sormaya cesaret edememesidir. Şunu da vurgulamak gerekir ki, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun bu denli rahatlık içinde fiilen Saray’a bağlanması sendikal hareketin yıllardır, asgari ücretin tespitinde grev hakkını da içeren sahici bir pazarlık masası kurulması talebine sahip çıkmamasının sonucudur.

Milyonların artan geçim maliyetleri altında ezilerek geçinemiyoruz feryatlarını yok sayarak asgari ücretin sadaka olarak açıklanması AKP’nin kurduğu rejimin karakteristiğini apaçık ortaya koymaktadır. Aynı zamanda iktidara koşulsuz teslimiyetin, yaşanılan sefaletin temel sebeplerinden biri olduğunu da. Saray’ın yasağını tanımayan Bekaert işçilerinin fiili greviyle görüyoruz ki sadaka rejimini toprağa gömecek olan sandık değil, hak eksenli fiili mücadeledir. Yönetenlerin gücüne, çizdiği çerçeveye, yasaklarına, dayatmalarına teslim olmak yerine direnişin, itirazın onurlu yolundan yürümektir.

BİLGİN'DEN İTİRAF

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin katıldığı TV programında "Ben, bütün sendikalarla görüştüm. İşçi sendikaları başkanlarının taleplerini aldım. Bana gelen en önemli şey şu. Dediler ki; 'siz, 8 bin liranın ne kadar üzerinde asgari ücret verirseniz biz o kadar zor durumda kalırız' dediler. Çünkü, 'bizim toplu sözleşmelerde aldığımız ücreti aşmanızı istemiyoruz, o zaman sendikalar fonksiyonsuz hale gelirler.' Bunu ilk defa söylüyorum, '8 binin çok üzerine çıkmayın' dediler" ifadelerini kullandı.