“Ücret” neden yetmez? “Maaşa/ücrete” neler dahil oldu?

Ş. Can Atalay, Avukat
Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).​

Erdoğan’ın “Asgari emekli maaşı 7500 TL olacak” açıklaması ile “Maaş yeter mi yetmez mi?” tartışmaları gündemimizde. Vesileyle “Ücret neden yetmez?” sorusuna, bir restorasyonun (olumlu anlamda kullanıyorum) kıyısındayken yanıt aramak gerekmez mi?

2022 Aralık’ta, Erdoğan, Türk İş’in dahi kalkmak durumunda kaldığı “Asgari Ücret Tespit Komisyonu” masasında, sağında Bakanı solunda sermaye temsilcisi, asgari ücret artışını muştuladı. Memlekette yaşamıyor olsanız, evin alışverişi ile hiç ilgilenmeseniz, artış oranına bakıp “Vay be” dedirtecek bir artış. Ama Türk-İş Başkanı’nın dahi “Aman, şahit mahit yazarlar” diye ortalıkta gözükmemeyi tercih ettiği bir halden söz ediyoruz…

Onu “maaş müjdesi” takip etti. Bir gün öncesinde yüzde 25 olarak duyurulan artış oranı “Reis” tarafından hemen ertesi gün yüzde 5 olarak artırılarak yüzde 30 olarak müjdelendi.

Silivri koridorlarında dahi memurların homurdanmalarını işittim. Acaba siz dışardakiler için “ücret” zamları kaç ayda, hatta haftalar içinde hızlıca eriyip cepteki delik eskisinden de beter bir hal alıyor…

Peki, her artışta daha da biçare kalan bu “ücret” politikasının ötesini konuşmak güncel bir zorunluluk değil midir?

Çalışanlar olarak temel açmazımızın altını çizelim: Daha önce “ücret” ile karşılanması gerekmeyen, “maaş” hesabı sırasında hiç akla gelmeyen kalemlerin piyasa koşullarında alınması gereken mallar/hizmetler haline getirilmiş olmasıdır. En başta konuşulması gereken bahis budur.

En kolayında başlayayım; daha düne kadar çocuğun okumasının aile bütçesinde bu kadar merkezi bir harcama kalemi haline dönüşmediği bir memleketti Türkiye. Sınırlı bir “özel okul” varlığı dışında eğitimin ana gövdesi kamusaldı ve nispeten “nitelikli”.

Şöyle düşünün, mahallede imam hatipleştirilmemiş okul kalmadığı için çocuğu özel okula veren; salt bu nedenle daha fazla borçlanan kaç kişi tanıyorsunuz? Yoksa bizzat siz de bu yükü de mi yüklendiniz?

Türkiye’de “sağlık hizmeti”nin özelleşmesi son 20 yılda ne kadar arttı? Bizzat Sağlık Bakanlığı kurumları içindeki “hizmetlerin” özelleştirilmesinin “aile bütçesi” açısından getirdiği ek yük ne kadardır? İlaçta “katkı payı” emekliler açısından nasıl bir “ek külfet”tir? Kent merkezlerindeki kamu hastanelerinin tasfiyesinin getirdiği “zaman” ve “ulaşım” ek maliyetleri, çalışanlar için “erişememe ve özele yönelme” zorunluğu doğurmakta mıdır?

Cepten sağlık harcaması, katkı katılım payı olmasa mesela… Mahalle mekteplerinin “okul aile birliği” adı altında yönetimi taşeronlaştırılıp veliler “suç ortağı” ve “işletmeci” olmasa… Her yıl Milli Eğitim Bakanı canlı yayında televizyonda “Hiçbir ad altında kayıt ücreti alınamaz” demekteyken masa, sandalye, sabun, elektrik masrafı için “bağış” toplanmasa...

2002 yılında çıkartılan 4736 sayılı Kamu kurum ve Kuruluşlarının Ürettikleri Mal ve Hizmet Tarifeleri İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’u hatırlatacağız. Her şeyi ama her şeyi piyasa koşullarına teslim eden gözü dönmüşlüğün tarihsel belgesi bu kanundur.

***

Birinci maddesi, kamu kurum ve kuruluşlarının kapsamlı bir listesini yaptıktan sonra “… herhangi bir kişi veya kuruma ücretsiz veya indirimli tarife uygulanmaz” emrini veriyor.

“Devlet asli işlerine dönsün, işletmecilik yapmasın, KİT’ler satılsın” diye kendilerini parçalayanlar, “evlatlık/yanaşma/sığıntı vatandaş” haline geleceğimizi elbet biliyorlardı.

Evsel kullanımlarda -örneğin- su da 10 m3’ün altında, elektrikte ise 220 kilowatt saatin altında kullanımın “temel vatandaşlık hakkı” olmasının bütçeye ne getirdiği ama bunun karşısında halka ne kazandırdığını konuşmanın tam zamanı değil midir?

Konuşulması dahi ayıp derecesine getirilen “tarım desteklerinin” nasıl olmazsa olmaz bir bahis olduğu artık apaçık değil mi?

Diyeceğim, her durumda “ücreti/ maaşı” konuşmalı, artırılmasını hedeflemeliyiz. Ama bunun yetmeyeceğini, birincil bölüşüm alanındaki kazanımların -ücretler-, ikincil bölüşüm alanındaki kazanımlar -sosyal haklar, kamusal hizmetler- olmaksızın buharlaşıp gidiverdiğini başköşeye yazmalıyız.

Esas olan kamu hizmetlerinin yeniden nitelikli ve ücretsiz olmasıdır. Asıl kazanımımız bu olacaktır. Başka türlü ne yapsan “maaş/ücret” “yetmez”.