Beklenen gün geldi. Bugün Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun ilk toplantısı yapılacak. Bu komisyon işçinin hakkını gasp etmekle meşhur bir komisyon. Enflasyon hedefiydi, şirketlerin rekabet gücüydü falan derken yoğun çalışma koşulları altında yaşam mücadelesi veren asgari ücretlinin soluğunu onu öldürmeden ne kadar süre kesebiliriz onu hesaplayan bir komisyon. Son yıllarda artık mızrak çuvala sığmıyor. İşçinin haklı öfkesi bir biri ardına patlıyor. Masadakiler de bunun farkında.

MASADA 3 TARAF VAR
Taraflar karşılıklı oturmuş. Görünürde büyük patron hükümet. O ne derse o oluyor. Oyunu o belirliyor. İşçileri ise masada işçi hakları konusunda suskunluğu ile meşhur Türk-İş temsil ediyor. İşverenleri ise işveren sendikası.

Hükümetin gözü işverenlerde. Esas patron onlar sonuçta. Onları memnun etmek esas. İşçi temsilcisinin de gözü hükümette.

Bu yıl masa farklı kuruluyor. Taraflar aynı ama masa bir başka.

Geçtiğimiz yıl aralık ayında DİSK’in asgari ücret 1800 net kampanyası kamuoyunda önemli bir ses getirmişti. 7 Haziran seçimlerine giderken net asgari ücret talebi farklı partilerce farklı rakamlarla gündeme taşındı. Bir tek AKP bu talebe uzak durdu. Asgari ücret tespit komisyonu vardı. Asgari ücrete bu komisyon karar verirdi. Ekonominin dengeleri ile oynamaya ne gerek vardı.

AKP’nin 7 Haziran seçimlerinin sonucundan çıkardığı derslerden biri de asgari ücret konusu oldu. 1300 net sözü bir kere talepler arasında yer almıştı.

Seçimler bitti. Şimdi hükümet masaya 1300 TL’lik teklifi ile geliyor. Patron örgütü bunu nasıl fırsata çeviririz derdinde. Timsah gözyaşları ile masada yerini alacak. Türk-İş hiçbir dahlinin olmadığı bu süreçte bir çeşit ‘yetmez ama evet!’ modunda konumlanacak.

ÇALIŞMA KOŞULLARI BERBAT
Türkiye’de asgari ücretlilerin toplam ücretliler arasındaki payı hızla artıyor. Ortalama ücretler geriliyor. Milli gelirden emeğin uyarlanmış payı düşüyor.

İş Kanunu’nun hükümlerine uyan işyerlerindeki işçiler kendini şanslı hissediyor. Çalışma koşulları keyfiyetin hükmü altında.

Sendikal örgütlenme özel sektörde yüzde 5’in bile altına gerilemiş.

İşçi yoğun çalışma koşulları altında bunalmış. Öfke patlamaları yaşanıyor.

Bu süreçte Türkiye’de işletmeler kar oranlarında altın çağlarını yaşıyor. AB ülkelerini katlıyor.

Böyle bir ortamda 1300 TL bu öfkeyi yatıştırır mı? Elbette hayır. Hele ekim ayında vergi dilimi nedeniyle asgari ücretlinin ellerine 1230 TL geçince bu tepki artacaktır.

Ücreti işçinin geçim koşulları belirler. İşçi yaşamını sürdürebileceği bir ücret karşısında emek gücünü belirli bir süre karşılığında satar.

Yani özgür bir toplu pazarlık sisteminde ücretin geleceği asgari düzey budur. Bu yüzden Türkiye’de asgari ücret geçim ücreti değil.

İşyerlerine zapturapt altın alan 12 Eylül ruhunu yaşatan sendikal mevzuat, işçiyi hükümet tarafından koruma ücreti olarak belirlenen bu ücret düzeyine mahkûm etmiş durumda.

DİSK asgari ücret talebini 1900 net olarak açıkladı. Geçtiğimiz yıl 1300 netin yolunu açan talep şimdi daha bir güncel.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık verdiği bir demeçte, “Asgari ücretin artışının tüm yükü işverene bırakılmış olsa dahi (şirketlerde) vergi öncesi kârlılık yüzde 4.5’ten 3.5’in altına düşmüyor. Maksimum yüzde 20 vergi öncesi kar kaybı olabilir” diyor.

Yani asgari ücretteki 300 TL’lik artış, işverenin karının sadece beşte biri.

Bu rakam yaşamımızdan nasıl çalındığının göstergesi değil mi?