Küçük bir adada kuşatılmış bir devrimi temsil eden Castro, diğer taraftan bastırılmış tarihi güçleri temsil ediyordu. Bütün engellere rağmen, Sierra Maestra dağlarındaki gerillalar, Havana’da mafya liderliğini yenmiş ve kendilerini ABD’nin başkenti Washington’daki Yanki’lere karşı savunmuştu

Üçüncü Dünya’nın sesi

VIJAY PRASHAD

Birleşmiş Milletler 2001 Dünya Irkçılık Karşıtı Konferansı’nın yapıldığı salon, Fidel Castro içeri girdiğinde sessizliğe gömüldü. Fidel, kürsüye çıktı, sadece ırkçılığı değil kapitalizmin açtığı derin yaraları da kınadı.
“Üç kıtanın halklarının üzerindeki insanlık dışı sömürü”, dedi, Afrika, Asya ve Latin Amerika’yı kastederek, Üçüncü Dünya’da yaşayan 4,5 milyar insanın kaderini ve hayatını sonsuza dek lekeledi.” Castro, “Bu zulümün, bugünkü kurbanlarını” yoksulluk, işsizlik, cehalet ve hastalığın pençesine terk eden da bu tarihtir, dedi.

Castro’nun sözleri gerçeğe ayna tutuyordu. Kişiliğine egemen olan şey, umutsuzluk değil umuttu. “Halkların hareketine ve mücadelesine inanıyorum!” dedi. “Adalet fikrine inanıyorum! Gerçeğe inanıyorum! İnsana inanıyorum!” Son derece samimi olan alkışı zapt etmek zordu. Salondaki liderler bu gerillaya hayran olmuştu. Söylediklerine çoğu inanıyordu, fakat bu fikirleri bir kenara bırakmışlardı. Bunlar, gençliklerine ve sömürgecilik karşıtı geleneğe ait, susturdukları fikirlerdi. Üçüncü Dünya’nın liderlerinden hiçbir zaman böyle bir dürüstlük görülmemişti.

Sözleri doğru tınlamıştı, artikülasyonları, Kuzey ve Kuzey’in Güney’deki temsilcileri tarafından alay konusu olacakken bile. En şiddetli alay, Castro’nun umutlu haline, onun kitlesel hareket ve mücadeleye dair sözlerine olacaktı. ‘Adalet’ ve ‘hakikat’ gibi sözlerin içi boşaltılmıştı ve artık zıt anlamlarını ifade ediyorlardı. Kitlesel harekete ve mücadeleye bağlılık bazılarında heyecan bazılarındaysa lütfetme hissi uyandırdı. Castro’yu diğerlerinden ayıran onun dirençli sözleriydi.

Küçük bir adada kuşatılmış bir devrimi temsil eden Castro, diğer taraftan bastırılmış tarihi güçleri temsil ediyordu. Bütün engellere rağmen, Sierra Maestra dağlarındaki gerillalar, Havana’da mafya liderliğini yenmiş ve kendilerini ABD’nin başkenti Washington’daki Yanki’lere karşı savunmuştu. Bağlantısızlar Hareketi’nin 1961’deki açılış töreninde, Küba’nın Cumhurbaşkanı Osvaldo Dorticós Torrado; az gelişmişliğin üstesinden, dedi, “emperyalizme karşı mücadele ve kesin zaferle gelinir”. Emperyalizme karşı konulması konusunda kararı olan Küba, 50 yıl önce Üç Kıta Konferansı’na ev sahipliği yaptı. Castro burada, hükümetinin “sömürülmüş dünyadaki özgürlük için verilen devrimci savaşlara destek verebileceğini” söyledi. Che Guevara, Kongo’da Afrikalı devrimcilerle birlikte çalışıyordu. Gine Bissau, Mozambik ve Angola’ya askeri ve tıbbi anlamda maddi destek verildi. 1974’te Portekiz’deki faşist devlete karşı Karanfil Devrimi’ni çağıran, Küba’nın militanlara desteğiydi. 1988 Cuito Cuanavale Muharebesi’nde Angola’nın Güney Afrika ordusunu yenmelerine yardım eden de Küba müdahalesiydi. Bu yenilgi, Güney Afrika apartheid rejiminin bel kemiğini kırmış, ve 1994’teki çöküşüne katkı sağlamıştı.

Küba üzerine düşeni yaptı ve çekildi. İş anlaşmaları yapmak, askeri üsler inşa etmek için işgale kalkışmadı. Yardıma geldi, yardım etti ve gitti.

1983’te Castro, Bağlantısızlar Hareketi’nin başkanlığını teslim etmek için başkent Yeni Delhi’yi ziyaret etti. Üçüncü Dünya’nın muzaffer lideri, bir halk kahramanı gibi karşılandı. Borç krizi, sömürgecilik karşıtı hareketlerin ateşlediği umudu bitirmişti. Ekonomi Bakanları, tükenmiş hazinelerini tekrar ayağa kaldırmak için Uluslararası Para Fonu’nun ve küresel tefecilerin önünde sıraya dizilmişti. Başka bir dünya için savaşma niyeti ezilmişti. Fidel Castro’nun ise başka fikirleri vardı. Dizlerinin üzerine çökmeye niyeti yoktu. Peki ya borç grevi, dedi. Ya tüm Bağlantısızlar Hareketi ülkeleri borçlarını ödemeyi reddeder ve borçlarının yeniden görüşülmesini talep ederlerse? Castro coşkulu bir alkış aldı, fakat hiç kimse peşinden gitmedi. Borç grevi olmadı. Onun yerine, ülke ülke kaynaklarını yamyamca sömüren bir politikayla (neo-liberalizm) yüzleşmek zorunda kaldılar.

Castro dünyanın gidişatıyla ilgili uyarılarına devam etti. Hepimizin yüzleşmek zorunda olduğu tehlikelere karşı dünya liderlerinin küresel müdahaleler yaratmak konusundaki beceriksizlikleriyle ilgili konuştu; kumarhaneye dönmüş finansal sistem, tehlikeli boyutlarda eşitsizlik yaratan sosyal politikalar, dünyanın kaynaklarını oburca sömüren tüketim alışkanlığı, aç gözlülüğün ve doymazlığın çocuğu savaşlar. Yozlaşmış fikirler yerine yenileri usulca geldi. “Pazar bugün tapınma nesnesi haline geldi,” dedi 1999’da “her saat başı seslendirilen kutsal bir kelime.”

Dünya nüfusunun en zengin yüzde 10’u varlığın yüzde 89’unu elinde bulunduruyor. Bu tür düşünme biçimi, dedi Castro, “insan zihnini bozmuş durumda.” Bu saçma eşitsizliğe çözümler gerekiyor. Bu çözümler düşük ücretli kredilerde bulunamaz Daha büyük fikirler gerek.

1953’te bir teğmen ve takımı, Castro ve yoldaşlarını kaçırdı. Castro idam edilme riskine karşı kimliğini sakladı. Askerler gerillayı öldürmek istedi. Teğmen, onları sakinleştirerek “Düşünceleri öldüremezsiniz” dedi. Teğmeni hayatını kurtarmaya itenin ne olduğunu merak eden Castro, cümleyi tekrar etti. “Düşüncelerimiz ölmedi, Onları kimse öldüremez.” Uzun süren mücadele ve deneyim olmasaydı, “eğitmek, fikir tohumları ekmek, farkındalık inşa etmek, dayanışma duyguları ve cömert enternasyonalist ruh aşılamak zorunda olduğumuz yıllar olmasaydı, halkımızın direnme gücü olmazdı.” Fikirleri öldüremezsiniz. Castro, Üçüncü Dünya için, herhangi bir lider değildi. Özlemlerinin aynasıydı. İşte şimdi, o ayna kırıldı.