Kütahya’ya bir havalimanı yapıp adını da “Zafer” koymuşlar. IC İçtaş adlı şirkete “yap-işlet-devret modeli”yle 29 yıl 11 aylığına verdikleri havalimanı 50 milyon avro harcamayla inşa edilmiş ve 25 Kasım 2012’de, yani 6 sene önce de hizmete girmiş.

2016 yılı itibariyle havalimanının iç hatlarından 124 bin 867 kişi uçmuş, Hazine’nin firmaya verdiği yolcu garantisi ise 2 milyon 395 bin 916 imiş. Dört yılda dış hatları 45 bin 677 yolcu kullanmış, firmaya verilen garanti yolcu sayısı ise 1 milyon 677 bin 142 kişi imiş. Yani gerçekleşen yolcu sayısı ile garanti edilen yolcu sayısı arasında
% 95,8’lik bir “sapma” gerçekleşmiş.

Peki bu “sapma”nın Hazine’ye bedeli ne kadar olmuş acaba? İşletici firmayla anlaşma yolcu geçiş garantili olduğundan, yani havaalanını bir kişi bile kullanmasa dahi, belirlenen yolcu sayısı üzerinden ödeme yapılacağından, üstelik anlaşma da avro üzerinden yapıldığından, firmaya aradaki fark olarak şimdiye kadar 20 milyon 855 bin 948 avro ödenmiş. 29 yıl 11 ayın sonunda ise ödenecek miktarın 205 milyon 281 bin 118 avro olacağı tahmin edilmiş.

Yani işletici firma, 50 milyon avro harcayarak yaptığı havalimanından, işletme gelirlerinin dışında, şimdiye kadar 20 milyon avro civarı bir parayı otomatik olarak Hazine’den tahsil edip cebe indirmiş, 29 yılın sonunda ise kasasına girecek 205 milyon avroyu garantilemiş. Yani Hazine soyulmuş, yani “Devletin kasasından tek kuruş çıkmıyor” denilerek uygulanan yap-işlet-devret modeliyle bir soygun daha gerçekleşmiş.

•••

Aynı modelle başka bir havalimanı daha, üstelik de bir “prestij projesi” olarak İstanbul’a yapılıyor biliyorsunuz. Hani şu “Almanların çok kıskandıkları” ve sırf bu yüzden, yapımı tamamlamasın diye “Gezi’yi başlattıkları” havalimanından söz ediyorum! Şehrin ortasında gayet kullanışlı bir havalimanı varken ve genişletilmeye de müsaitken, yepyeni bir rant alanı yaratmak için İstanbul’un kuzeyine yapılan, şehir yağmasının, doğa talanının, yap-işlet-devret modeli üzerinden rant aktarımının, beton ekonomisinin, işçi ölümlerinin sembolü yeni havalimanından.

İşte o havalimanında çalışan binlerce işçi, “Köle değiliz” diyerek iki gün önce bir direniş başlattı. Öyle çok da şey istemiyorlardı aslında; kölelik şartlarında değil, asgari insanca çalışma koşullarında çalışmaktı tüm istedikleri. “Servis sorunu çözülsün, yatakhaneler ve banyo düzenli temizlensin, tahtakurusu sorunu çözülsün, yataklar değişsin, maaşların tamamı hesaba yatırılsın, elden verilmesin, işçilere tedavileri için gereken malzemeler revir tarafından sağlansın, 6 aydır maaş alamayan arkadaşların maaşları ödensin, iş kıyafetleri verilsin, iş cinayetleri çözülsün…” Talepleri bunlardı.

İşletici firma şantiyeye polisi, jandarmayı çağırdı. Geldiler. İşçileri biber gazıyla dağıtmaya çalıştılar, olmadı. Gecenin bir yarısı kaldıkları yerleri bastılar, kapıları kırdılar, 400’e yakın işçiyi, özellikle “elebaşı” dediklerini gözaltına aldılar, firmanın servis araçlarına doldurup götürdüler. Patronlara “OHAL’i grevleri engellemek için kullanıyoruz” diyenlerin işçilere karşı nasıl bir süreklileşmiş olağanüstü hâl uyguladıkları, ekmeğinin, hakkının peşine düşenlere göz açtırmamak için ellerinden geleni artlarına koymayacakları bir kez daha görüldü. Ancak görünen bir şey daha vardı. Tam da iktidarı sembolize eden bir projenin ve beton ekonomisinin ortasından bir direniş nüvelenmiş, uyuyan dev, yani Türkiye işçi sınıfı şöyle bir silkinmiş, o ufacık silkinme dahi düzenin sahiplerinde muazzam bir korku yaratmıştı.
•••

Üçüncü Havalimanı’nın, semboller siyasetine uygun bir şekilde 29 Ekim’de açılması planlanıyor. Bu esnada bir de isim tartışması yapılıyor ve kimi muhalif çevrelerden “Havalimanına Atatürk adı verilsin” çağrıları yapılıyor. Daha önceki kimi yazılarımda “Apolitik Atatürkçülük” olarak adlandırdığım bir yaklaşımın beslediği bu talep, o havalimanının yeni rejimin sembolü olduğunun ve Atatürk adının yeni rejimle beraber anılmaması gerektiğinin farkında dahi değil. O havalimanıyla rant düzeni, kayırmaya dayalı beton ekonomisi, doğa katliamı ve işçi ölümleri arasındaki bağlantıyı ise ya görmüyor ya da görmezden geliyor.

Katar Emiri’nden 400 milyon dolarlık hediye uçak alanlar, saray sofralarında ejderli bilmem ne içenler, bırakın havalimanına ne istiyorlarsa o adı versinler, kendilerinin prestij, bizim ise yıkım projesi dediğimiz bu proje, kendilerinden saydıkları birilerinin adını taşısın. Çökerttikleri Cumhuriyet’in yıldönümünde açmayı planladıkları bu havalimanının adı Atatürk olmasın. Biz ise isimlerle uğraşmak yerine, büyüyen ekonomik krizle birlikte soygun düzenine karşı homurdanmaya başlayan emekçilerin, işçilerin sesini duyalım. On altı yıllık iktidarın üzerine kurulduğu temel tam da sallanmaya ve sütunlar çatırdamaya başlamışken, emekçilerin, çalışanların, yoksulların, halkın sesini siyasete taşımaya, seslerimizi bir araya getirmeye çalışalım. İşimiz bu olsun, buna kafa yoralım.