Türkiye son bir yıldır şiddet sarmalı içinde. AB’ye girme hayali ile iktidara gelen AKP’nin Türkiye’sinin ismi, yaşanan sivil ölümlerle Afganistan, Pakistan gibi ülkelerle anılıyor

Üçüncü yolu bulmak

YAŞAR AYDIN

Türkiye son bir yıldır tarihinin en kanlı süreçlerinden birini yaşıyor. Ülkenin bir yarısında adı konulmamış bir savaş yaşanırken diğer yarısında patlayan bombalar yüzlerce insanı katletti.

Pakistanlaşan Türkiye
Türkiye’de son bir yıl içerisinde yüzlerce sivil, devlet şiddeti ve örgütlerin bombalı saldırıları sonucu hayatını kaybetti. “Avrupa ve ABD de dahil bu saldırılar ve ölümler oluyor” açıklamaları AKP kanadından yapılsa bile Türkiye, dünya için başka bir lig içinde görülmeye başlandı bile. Hiçbir zaman ‘’çok istikrarlı’’ ülke statüsünde olmayan Pakistan’da 2002’de çatışmalar ve saldırılarda ölen sayısı 150 iken bu rakam 2012 yılında 12 bine ulaştı. Türkiye gibi birden fazla çatışma dinamiğini içinde barındıran bir coğrafya ve çatışmaya çanak tutan bir iktidara sahip ülke için bu manzara çok uzak ihtimal sayılmasa gerek.

Yugoslavya’da nasıl oldu?
Türkiye’de görülen birçok emare bir iç savaşa işaret ediyor. “Bizde asla olmaz” diyenler hâlâ çok fazla. Tıpkı iç savaştan birkaç ay öncesi Yugoslavya gibi. Savaşa ve tüm gelişmelere tanıklık etmiş gazeteci Doğan Tılıç’a “orada her şey nasıl başladı” diye sorduk.
L. Doğan Tılıç: Bütün çatışmalı toplumlarda toplumun çatışma üzerinde organize olan ve çatışan silahlı kesimleri genel nüfusa oranla aslında çok küçük bir azınlığı ifade ediyor. Ama toplumun ezici çoğunluğu kendi iradelerini örgütlü bir şekilde ortaya koyamadıkları için süreç içerisinde bir tür koruma refleksi ile kendine en yakın silahlı gücün, çatışmanın taraflarının birinin etrafında toplanıyorlar. Yugoslavya’da da böyle oldu. Yugoslavya’da nüfus sayımlarında hep etnik kimlik sorulmuştur. Yugoslav diye bir etnik kimlik yok. Ama şıklarda hep oldu. Her nüfus sayımında kendisini Yugoslav olarak ifade edenlerin sayısı artıyordu. Savaştan önce yapılan son sayımda bu oran yüzde 12’ye kadar çıkmıştı. Çok önemli bir rakam. Kendini bu dilimin içinde sayanlar arasında her etnik kimlikten insan vardı.

Ama ortak yaşamı, ortak kimliği isteyenler, buna karşı olan ve o hayata saldıran küçük radikal guruplar karşısında tutunamaz hale geldi. Her akşam binlerce kişinin savaş karşıtı gösteriler yaptığı dönemden, artık bir tek kişinin bile o savaş isteyen, ırkçı çetelere karşı duruş gösteremediği noktalara gidildi. Çünkü onların elinde sadece mumlar vardı, diğerlerin ellerinde silah.

Güvenlik vaadine sığınmak
Son bir yılını şiddet kıskacında geçiren toplumumuzda bunun emareleri var mı? Bu soruyu da Prof.Dr Selçuk Candansayar’a sorduk.

Selçuk Candansayar: İnsanların böyle büyük dehşet anlarında ilk refleksi inkar etmektir. Her şeyden uzak durma, ilgi göstermeme hali öne çıkar. Patlamanın olduğu gece ‘Sörvayvır’ izlenmesinin nedeni de insanların kayıtsızlığı değildir aslında. Korkusudur ve yaşananları yok sayarak baş etme uğraşıdır.
Böyle büyük bir tehdit algısı ile karşılaşan insanlar zamanla evlerinde de güvende olmadıklarını hissederler. Grup içerisinde kalma eğilimi gösterir. Ama bu bir araya gelişler başka riskleri de beraberinde getirdiği için korkuyu da büyütür. Tam bir açmazdır. Böyle olunca, koruma ve güvenlik vaat eden ve bunu yapabilecek potansiyeli ortaya koyan en doğru adresmiş gibi görünür. Bu kitlesel bir yönelime doğru gider.

Şiddetten kim kazanıyor?
Hem Prof.Dr. Doğan Tılıç hem Prof.Dr. Selçuk Candansayar hem de yaşadıklarımız bize gösteriyor ki çatışmanın kazananları çatışan taraflar. Türkiye için de durum çok farklı değil. Tolga Tanış’ın bir kaç gün önce yazdığı “Yeni normal” yazısında belirttiği gibi Erdoğan, sivillerin hedef alındığı bu saldırılar sonucunda ABD ve batı dünyası karşısında nefeslenmiş görünüyor. Üstelik içeride de eli son derece güçlendi ve dokunulmazlıklar dahil yeni hamleler peşine düştü. Savaş ve şiddet kaçınılmaz bir son olarak topluma anlatılmaya başlandı. Sıra kabul ettirmede. Hayatımızı daha da baskı altına alacak yeni güvenlik yasaları yolda.
Ülkenin bir yarısının çoktan Suriye olduğu, diğer yarısının da hızla Pakistan olmaya doğru gittiği bir anda “ne yapmalı” ?
Sanırım bu karanlık dehlizden çıkış için gerekli olan şey, Candansayar’ın BirGün’deki köşesinde yazdığı makalenin başlığı olan “ölmeyebilirsin, öldürmeyebilirsin” sözünün işaret ettiği üçüncü yolu hayata geçirecek siyasi iradenin varlığıdır.