Zaman zaman psikanalistlerin dile getirdiği, çağımızın öznesinin eskisi gibi nevrotik değil de psikotik olduğuna dair tespitlerini doğrulayan dizi ve filmlerle artık daha sık karşılaşır olduk. Netflix‘te yayınlanan ‚Andropoz‘ adlı TV dizisi de bu saptamayı doğrulayan karakterler ve olaylarla dolu. Örneğin dizideki ergen karakterler, gittikçe artan bir eğilimi gösteriyor: Kişinin kendine yatırım ve girişimcilik yoluyla doğuştan gelen potansiyelini en üst düzeye çıkarma baskısı. Bu öyle bir baskı ki, içsellikten yoksun, etik değerlerden uzak ve çılgınlığa varacak bir dürtüselliğe göre hareket edebiliyor kişiler. ‚Uysallar‘, ‚Fatma‘, ‚Bir Başkadır‘ vb. pek çok dizi ve filmde psikotik öznenin oluşum koşulları, bazen toplumsal arka planla birlikte verilebiliyor. Bir müzisyenin istenilen şarkıyı bilmediği için öldürülmesi ve öldüren kişilerin statüleri ya da her gün televizyon ve gazetelerde karşımıza çıkan şiddet olayları, bu sıkışmışlığın bireysel olduğu kadar ve ondan daha fazla toplumsal ve siyasal boyutunu gözler önüne seriliyor.

UÇUK KAÇIK

Gündelik hayatta her tür delice tutuma ve sapmalara rastlamak olağanlaştı. Ama meseleyi toplumsal ve siyasal boyuttan koparıp hâkim psikiyatri ve psikoloji anlayışıyla ele alma eğilimiyle karşılaşıyoruz daha çok. Bir yandan da bu hâkim psikiyatri ve psikoloji anlayışıyı da sürekli yeni bir tanı kategorisi oluşturarak bu sürece katkı sunarak eşlik ediyor. DSM tanı kitabını okuyan herkes, oradan kendisine birkaç ruhsal rahatsızlık bulup çıkarabilir kolaylıkla. Asıl mesele gözden uzak tutuluyor böylelikle: Günümüz kitle kültürü ve sosyo-ekonomik koşullar nedeniyle insanlarının gerçeklikle ve toplumsal simgelerle bağlarının zayıflamış ya da kopmuş olması. Bu kopuş, tıpkı ‚Andropoz‘ dizisindeki karakterlerin başlarına gelenler gibi, uçuk kaçık olaylara, tutarsızlıklarla dolu yaşamlara, histeri ve melankoli arasına sıkışmış bir toplumsal döngüye neden oluyor.

AKILDIŞI KÜLTÜR

Cesare Pavese, ‚Yaşama Uğraşı‘ adını verdiği günlüğünde, faşizmlerin sıradan ve basit bir kültürün insanlara zorla dayatılması sayesinde doğduğunu yazmıştı. “Bunun dışına çıkıp yeni buluşlara açık bir dünyadan ona bakmanın ortadan kaldırılması”nı asıl tehlike olarak görüyordu. Bu satırları yazdığında 1949‘du, henüz psikotik özne tartışmaları bu noktada değildi. Sosyal medya ya da internet de yoktu, siyasi mücadeleler canlı ve umut doluydu. En azından okuduğumuz kitaplar bize öyle söylüyor. Ama Pavese için durum hiç de öyle değildi: “19‘uncu yüzyılın akıldışı kültürünün düşünce düzeyinden çıkıp bir güç ve ekonomik güvenlik haline gelmesi zorunluydu. Yalnız okumuş tabakaların işine yaramaktan çıkıp okuma yazma bilmeyenlere de hizmet etmesi gerekiyordu. Bugünkü barbarlığımızın kökenleri.” Güç ve ekonomik güvenlik, bugün de dünyanın en önemli meselesi. Faşizmler de bu meseleden yola çıkarak kendilerini kuruyorlar. Bir yandan da sığ ve yüzeysel bir kültür, her yerden kolayca boca ediliyor.

FAŞİZMLER

Faşizmler ve hayal kırıklıkları üzerine çokça yazılabilir, çünkü hayal kırıklıkları faşizmleri besleyen fantezilerin en önemli kaynağını oluşturuyor. Ian Craib‘in ‚Hayal Kırıklığı‘ kitabında yazdığı gibi, günümüzde yaşanan kültürel değişim tek tek bireyler üzerinde bir parçalanma etkisi yaratıyor. Parçalanma, doğal olarak kişilerin fantezilere sığınmasına ve gerçeklikten uzaklaşmasına neden oluyor. Son zamanlardaki dizi ve filmlerin bize gösterdiği şey de, artık çoğu kişinin içsel ve dışsal yaşamının birbirinden uzaklaştığı gerçeği. İçeride başka, dışarıda başka biriyiz ve bu sınırlar kriz anlarında ortadan kalkabiliyor. Eskiden de tek tek bireylerin psikolojik sorunları vardı, ama bu sorunlar ahlaki tercihler ya da kadere karşı mücadeleler olarak görülürdü. Örneğin genç yaşta intihar eden Cesare Pavese‘in günlüğünde de uzun uzun kaderden bahseden satırlar var. Şimdiyse bütün bu ahlaki tercihler ya da kader diye tarif edilen durumlar yargılanır ve bireyin sorumlu tutulduğu psikolojik meseleler olarak ele alınır oldu. Artık herkes kendisini sürekli izlemek ve değişen durumlara göre kendisini ayarlayacağı hesapçı bir tutum geliştirmek zorunda. Sosyal medya sayesinde, çoğu kişi kendisine başkalarının gözünden bakarak değerlendirmeye çalışıyor ve o bakışa göre kendisini konumlandırıyor. Bu da iç ve dış arasındaki ayrımı ve aralarındaki uçurumu arttırıyor. Bu uçurumun etkilerini önümüzdeki haftalarda ele alacağım.