Yazının başlığı Cem Karaca’nın Raptiye Rap Rap parçasından iki sözcük: “Maaşla gırtlak gırtlak gırtlağa rap rap / Bir de kitap okuyor bakın şu çatlağa rap rap / Liberal, miberal malı kap, götür al rap rap / Eriyor liralar, mark kap, dolar al rap rap / … / Üf baba bu ne be…

Şarkı henüz Avro değil Mark kapılan dönemlere ait olsa da, anlattığı hikaye o günlerden bu günlere fazla bir şeyin değişmediğinin kanıtı.

Uzunca bir aradan sonra ilk köşeye “Üf baba…” diye başlamak, yazarken zorlandığıma dair subliminal bir mesaj da içeriyor mu bilmiyorum, ama müzik zevklerimiz konusunda oğullarımla aramızdaki farka dair bir şey söylüyor.

Yıllarca önce, yine bir yaz tatilinde, arabada Türk Sanat Müziği dinlerken, büyük oğlan “Üf baba”, demişti, “İyice yaşlandın artık, yavaş yavaş söylenmeyen ve sözleri birkaç kez tekrarlanmayan şarkıları anlayamıyorsun.”

Bu sefer, telefonunu arabanın radyosuna bağlayıp yabancı Rap parçaları dinleyen küçük oğlan, benim “Kıs şunun sesini” diye oflayıp puflamama aynı tepkiyi verdi: “Üf baba…”

Rap dinlemenin yaşla bir ilgisi varsa, yıllık izne yaşlı çıkıp genç döndüm denilebilir; öyle ya başta oğlanın dinlediği yabancı Rap’e “kıs sesini” tepkisi veren ben, son günlerde bizimkilerin “Susamam” ve “Olay”ını dinlerken “aç sesini” demeye başladım!

Rap’le ilişkinizde benim gibi ya da daha fazla “eski” de olsanız, eminim Şanışer’in 17 arkadaşıyla özgürlük, adalet ve kadına şiddetten faşizme değişik konuları seslendirdiği “Susamam”la; Ezhel’in hapse atılıp çıktıktan sonra 10 Ekim Katliamı’ndan Gezi Direnişi’ne önemli toplumsal olayları cesaretle anlattığı “Olay”ı dinlemişsinizdir.

Bu parçaları birkaç günde, olasılıkla çoğunluğu genç, milyonlarca insanın dinlemesi gelecekten umulu olmak için bir başka neden. Yaşanan tüm baskılara karşın vicdanın cesaretle ses vermeye başlamasının son kanıtı; korku duvarının aşıldığının, artık korkutarak yönetmeye çalışanların korkması gerektiğinin işareti…

Rap’in kökenlerinde Afrika’da efsaneleri nağmelerle okuyup aktarmak gibi toplumsal bir işlevi olan “griot”ları görürsünüz. Anadolu’nun aşıkları, destancıları gibi sözlü kültüre dayanan bir yönü var.

Sonra, Afro-Amerikalılar kendilerini ezen kölelik sistemine karşı direniş geliştirirken “kafiye oyunları” oynamaya başlarlar. Yaratıcı zekalarını devreye soktukları kafiye oyunlarıyla; bir yandan eğlenirken, bir yandan da köle sahiplerini “tilki” kendilerini “tavşan” olarak tasvir ettikleri hikayelerde, tavşanı her seferinde tilkiden kaçırıp ormana kavuşturarak özgürlük umutlarını beslerler.

Her şey gibi o da ticarileşip kapitalist müzik endüstrisinin el attığı bir alana dönüşse de, Rap asıl olarak yoksulların, Afro-Amerikan işçi sınıfı çocuklarının, onların kentlerde sıkışmış ve gelecekten umut kesmiş gençlerinin müziği. Aynı zamanda bir eğlence formu olsa da; toplumsal, ekonomik ve siyasal konulara güçlü göndermeler yaparak dışlanmışları birleştiren bir yönü var.

Rap’in doğduğu yerlerde bugün kölelik yoksa, başını cesaretle kaldırıp köle sahibinin gözünün içine içine bakan o ilk kölenin bunda payı büyüktür. Ağzını açmasa da, gözlerini açıp efendinin gözlerinin içine diken cesarettir o!

Rap’in tarihi, cesaretin yalnızca bulaşıcı değil büyüyen de bir şey olduğunu gösterir. Gözünü açan ilk kölenin ardından ağızlarını da açan köleler, kafiye oyunları ve metaforlarla konuşup nağmeli hikayeler anlatarak umutlarını büyüttüler.

Susamam” denilip “Olay”lar bağıra bağıra anlatılmaya başlandığında, “tavşan” “tilki”yi alt etmişti artık!

Umarım hoş gelmiş, hoş da bulmuşuzdur…