Umarım yeni Uğur Mumcu suikastları ya da Hrant Dink cinayetlerine tanık olmayız. Esasen, bu cinayetler “medyacı” değil de gerçekten “gazeteci” olanları yıldıramadığı gibi, mesleklerinden de vazgeçiremiyor. Dileğim “gazeteciliğin tehlikeli bir meslek” olmaktan artık kurtarılması.

Uğur Mumcu'yu anarken: Gerillacılıktan tehlikeli!

PROF. DR. RAŞİT KAYA

Günümüz toplumlarında bireyler doğrudan kendi yaşam deneyimleri dışında kalan olay ve oluşumlardan iletişim araçlarının yaptıkları “gerçeklik” tanımlarıyla haberdar olurlar; yaşadıkları dünyayı ancak böyle anlamlandırabilirler. İletişim sürecinin serbest ve özgür olması bu nedenle gereklidir ve temel bir insan hakkı olarak kabul edilir.

Karmaşık çağdaş toplumlarda vazgeçilemez olan iletişim süreci aynı zamanda kurumlaşmış bir etkinlik ve “gazetecilik mesleğinin” eyleme alanıdır. İşlevinin kapsam ve önemi nedeniyle gazeteciliğin bir meslek olarak serbestçe ve özgürce yapılması demokrasiye bağlı tüm ülkelerde güvence altına alınmıştır. Uluslararası bir bağlamda özgür gazeteciliğin koşulları tanımlanıp, ilkeleri belirlenmiştir. Bu çerçevede, demokratik bir toplumun olmazsa olmaz koşulu olarak gazetecilerin “içerik üretimlerinin” (yazı işleri) siyasal ya da ekonomik otoritelerden bağımsız olması uluslararası bir norm olarak kabul edilmiştir. Bu anlayış gazeteciliğin “toplumsal sorumluluk” ilkesiyle birleştirilerek gazetecilerin toplumlarına olan yükümlülükleri de belirlenirken, kendilerine tanınan ayrıcalıkların kötüye kullanılmasının da önüne set çekilmiştir.

Oldukça ayrıntılı bir biçimde betimlenen bu dengeli yaklaşım, demokrasiyle, basın özgürlüğüyle başı pek hoş olmayan otoriter rejimlerde hiçbir zaman tam olarak benimsenmemiştir. Bu ortamlarda toplumsal sorumluluk ilkesi güç odaklarına karşı sorumluluk olarak anlaşılıp, yorumlanmıştır. Uygulamada mesleklerini uluslararası tanınmış ilkelere göre sürdürüp, özgürlükleri savunan gazeteciler hep susturulmaya çalışılmış, baskı altında tutulmuşlardır.

Demokrasi ve özgürlükler alanında ciddi eksiklikleri olan ülkelerde gazetecilik mesleği ve çalışmalarının en gerçekçi ve çarpıcı betimlenişini geçmişte ben Fransız gazeteci ve felsefeci, sosyalist siyasal aktivist Regis Debray’den duymuştum.

R. Debray, 1960’lı yıllarda diktatörlüğe karşı mücadele ederken güvenlik güçlerince Bolivya dağlarında pusuya düşürülüp öldürülen Che Guevara’nın yanındaydı. O da yaralanmış, hapse mahkûm edilmişti. Fransız hükümetinin ve uluslararası kamuoyunun yoğun müdahaleleri sonucu oldukça uzun bir süre sonra serbest bırakılıp ülkesine dönebilmişti.

1980’li yılların sonuna doğru Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın Latin Amerika konusunda başdanışmanlığına atanan R. Debray Ankara’ya gelmişti. Benim daha Fransa yıllarından yakından tanıdığım deneyimli gazeteci Eric Rouleau ise Fransa’nın Ankara Büyükelçisiydi. R. Debray onuruna çok dar katılımın olduğu bir akşam yemeği düzenlendi. Birkaç diplomat ve Fransız gazetecinin yanı sıra benden başka Türk olarak Uğur Mumcu ile Ahmet Taner Kışlalı’da davet edilmişlerdi. Masada Fransızca bilmeyen Uğur Mumcu nedeniyle esas olarak İngilizce konuşuluyordu. Fransız davetliler o sıralar araştırmacı gazeteci olarak çalışmalarını ticaret, siyaset ve tarikat üçgeni konusu üzerine yoğunlaştırmış, “Rabıta Örgütü” kitabını yayımlamış olan Uğur Mumcu’ya aldığı tepkilere ilişkin sorular soruyorlardı.

Yanımda oturan ve bu durumu bilmeyen R. Debray bana Fransızca olarak bu özel ilginin nedenini sordu. Ben de kısaca açıkladım. Bunun üzerine bana “Lütfen kendi dilinizde ona aktarır mısınız, bu yaptıkları çok önemli ve saygıdeğer ama kendisini çok iyi koruyup kollaması gerektiğini düşünüyorum” dedi ve ekledi: “Yapmakta olduğu şey, benim Bolivya dağlarında yapmış olduğum şeyden bile çok daha tehlikeli!”

Ne yazık ki, R. Debray haklı çıktı. Üstelik o gece orada olan Ahmet Taner Kışlalı da bir başka suikastta katledilecekti.

Türkiye’de gazeteciliğe, gazetecilik mesleğine yönelik baskılar hep yaşandı. Pek çok gazeteci gözaltına alındı, tutuklandı, hapse mahkûm edildi. Ama son günlerde gazetecileri korkutma, yıldırma çabaları çok daha yoğunlaştı. Gazeteciler hedef gösterilip düşmanlaştırılıyor. Fiziksel saldırılar yapılıyor. Umarım yeni Uğur Mumcu suikastları ya da Hrant Dink cinayetlerine tanık olmayız. Esasen, bu cinayetler “medyacı” değil de gerçekten “gazeteci” olanları yıldıramadığı gibi, mesleklerinden de vazgeçiremiyor. Dileğim “gazeteciliğin tehlikeli bir meslek” olmaktan artık kurtarılması.