Hepimiz dünyanın gözünün dikili olduğu ülkeyi konuşuyoruz; kimimiz Ukranya, Ukranya diyerek. Bize çok da yakın olan bu ülke hakkında o kadar az şey biliyoruz ki, savaş bitene kadar ismini doğru söylemeyi öğrenebilecek miyiz, bilemiyorum.

Ancak, Ukrayna’ya en büyük zararı yalnızca adını değil, potansiyelini, ne tür fırsatlar ve tehditler barındırdığını en iyi bilenler veriyor! Rusya bunları çok iyi bildiği için işgale girişti. NATO/ABD/Batı bu yüzden orayı bir çatışma alanı olarak seçti.

Bu yazı yazılırken öne çıkmış iki konu vardı: Birincisi, iki ülke heyetleri arasında yapılan görüşmelerden insani koridor, bu koridorlar çerçevesinde ateşkes ve görüşmelere de hafta başından itibaren devam etme kararı çıkması. İkincisi Avrupa’nın en büyüğü olan Zaporijya Nükleer Santralı’nın vurulması.

İlk gelişme savaşın biteceğinin habercisi olmadığı gibi, ikinci gelişme de bir nükleer savaş habercisi değil.

Bir taraftan görüşmeler sürerken, Rusya sahada kontrollü bir şekilde ve hâlihazırda olandan daha korkunç görüntüler ortaya çıkarmamaya çalışarak ilerliyor ve Ukrayna’yı şartlarını kabule zorluyor. Ele geçirdiği nükleer santrala yaptığı atışla da Ukrayna’la birlikte dünyaya karşı da el yükseltiyor.

Rusya, çok üstün askeri gücüyle, askerlerinin moral motivasyonu son derece düşük olsa da, hedeflerine ilerliyor. Dünya kamuoyları nezdinde yapılan savaşın net kaybedeni olarak!

Yaşananların olumsuz bir yansıması da Batı’da yükselen Rus karşıtlığı ve Ukrayna sempatisini “mavi göz-sarı saç” üzerinden dillendiren ırkçılık oluyor. Batılı gazeteciler arasında da gazeteciliğin savaşların savaşmayan tarafı olmak anlamına geldiğini unutarak, “Rusya’ya karşı savaşan” bir damar gelişiyor.

Sahadaki savaş, her iki tarafta da “paralı askerler”in devreye girmesiyle gittikçe çirkinleşiyor.

Putin, askerlerini ve ailelerini, daha yüksek maaş ve farklı maddi destek formülleriyle motive etmeye çalışsa da, ilk gün ileri sürdüğü koşullardan geri adım atmıyor. Bize aşina bir tekçiliği var: Ukrayna diye bir ülke ve halk yok, Ukrayna ve Rusya tektir!

Öte yandan, bir taraftan direnen ancak direnişinin başarılı olabilmesi için sürekli Batı’dan destek talep eden Zelenski’den, Putin’in endişelerini anladığı ve görüşmeye hazır olduğu mesajları geliyor.

ABD/NATO/Batı doğrudan savaştan uzak duruyor. Beyaz Saray, Ukrayna hava sahasının uçuşa yasak bölge ilan edilip Ruslara kapatılması talebine de, Rusya ile savaşa yol açabilecek bir adım atmayacaklarını söyleyerek karşı çıktı.

Batı’nın sahaya sürdüğü güç, yaptırımlar. Ancak, tarihteki ilk örneklerinden birini Napolyon’un İngiliz ithal ürünlerine uyguladığı ambargoyla gördüğümüz yaptırımlar, o günden bu yana hemen hiç hedefine ulaşamadı.

1950’den beri ağır ABD yaptırımlarına hedef olan Küba’da rejim değiştirilemedi. 40 yıldır yaptırımlar altında yaşayan İran, Venezuela, Kuzey Kore böyle sonuç alınamadığının diğer örnekleri. Yaptırımlarla rejim değiştirilen tek örnek Güney Afrika, ama orada da çok etkili başka dinamikler vardı.

Rusya’nın yaptırımlar karşısındaki zayıf karnını ekonomisinin oligarklara bağlı hali ve onların Putin’i zorlama potansiyeli oluşturuyor.

Bu noktada, savaşın asıl tarafları ABD ve Rusya insanlığın ödediği bedeller pahasına hedeflerine ulaşıyor demek yanlış olmayabilir. ABD, Avrupa’yı tümüyle yanına aldı. NATO ittifakını güçlendirdi. Almanya dış politikasını bir U dönüşüyle askerileştirdi. Bağımsız bir odak olma olasılığı konuşulsa da, bu haliyle ABD’ye yedeklenmesi Washington’un en büyük kazancı olacak.

Rusya ise eski Sovyet sahasındaki ülkelere NATO’ya ve Batı’ya yaklaşmanın bedelini göstermiş oldu. Ancak, Ukrayna’da istediklerini ne kadar alırsa alsın, ektiği düşmanlık tohumlarıyla kendine yeni bir Afganistan da yaratmış olacak.

Bu savaş bir şekilde sona erdiğinde, hâlâ “bir başka dünya mümkün” diye mücadeleyi yükseltmemiz gereken yeni bir dünyaya adım atmış olacağız.