ABD, kural temelli düzen derken uluslararası hukuku kastetmiyor. Washington kendi koyduğu, küresel kapitalist sistemin işleyişine dair normlara uyulmasını istiyor. Çin ve Rusya bu normlara uymuyor. Temelde sorun küresel artı değerden kapitalist merkezlerin daha fazla pay alma çabaları. Küresel rantın aslan payını şimdiye kadar alan ABD, Çin’in yükselişi karşısında konumunu korumaya çalışıyor.

Ukrayna krizi ve ABD merkezli dünyanın sonu!
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping bir ABD ziyaretinde Başkan Joe Biden tarafından karşılanmıştı. (Depo Photos)

Ukrayna işgalinin küresel sistem üzerinde yarattığı baskı ve etkiler devam ediyor. Aslında 2011’den bu yana bütün ABD yönetimleri küresel siyasetin merkezine Çin unsurunu alıyorlardı. Henüz “stratejik rakip” olarak tanımlansa da, ABD Çin’in rekabetiyle baş etmekte zorlanıyordu. Biden yönetiminden yeni bir Çin politikası geliştirmesi bekleniyordu ki, araya Rusya’nın işgali girdi, Çin ile hesaplaşmanın önüne geçti. Oysa, ABD için öncelikli konu Çin. Bu yüzden Çin konusunu daha fazla geciktirmeden Biden, Quad (Dörtlü Diyalog) toplantısı için Japonya gitti.

İşgal, "ABD’nin tepesinde oturduğu, kendi ifadesiyle ‘kural temelli düzen’in (rules-based order) sonunu mu getirdi?" tartışmalarını tetikledi. ABD’li yazarların liberal uluslararası düzen ve kural temelli düzen olarak tanımladıkları bu düzenin kendisine bakmak ve Rusya ve Çin’in bu düzeni nasıl gördüklerini ele almak gerekiyor.

KÜRESEL SİSTEME DAİR KAFA KARIŞIKLIKLARI

Bir defa ABD, kural temelli düzen derken uluslararası hukuku kastetmiyor. Bunun içinde uluslararası hukuk düzeni ve uluslararası örgütler de var ama bunlardan ibaret değil. ABD kendi koyduğu, küresel kapitalist sistemin işleyişine dair normlara uyulmasını istiyor. Kuralı kendisi koyduğu için, istisnayı da kendisine saklıyor. Yani, dönüp diyor ki, "Ben bazen küresel sistemin işleyişi için, bazen benim kendi güvenliğim ve çıkarım için bu kurallarda istisna getirebilirim. Ama siz yapamazsınız." Aslında bütün devletler bunu biliyor ve kabulleniyorlar. Dolayısıyla, ABD’ye "sen de Afganistan’ı, Irak’ı işgal etmiştin" demenin ABD açısından bir anlamı ve sonucu olmuyor. Bu bir retorik olarak söylenebilir ama fiilen hiçbir devlet ABD’ye bu yüzden örneğin ekonomik yaptırım uygulayamıyor. Afganistan ve Irak işgallerinden sonra bütün ülkeler ABD ile ilişkilerini sürdürdüler, ABD başkanları ile görüştüler. Putin ve Çin devlet başkanları dahil. Kendisine ve ailesine, yakınlarına yaptırım uygulanan bir ABD başkanı yok.

Bu durum yalnızca ABD’nin en güçlü ülke olması ile ilgili değil. ABD bu konumunu küresel bir sınıfsal konsensus üzerine inşa ediyor. Aslında, şikayet edilen ABD’nin bu küresel yapının tepesinde olması değil. Bu konumun gereklerini yerine getirirken, kendisine fazla yontmaya başlaması. Bunun da birkaç nedeni var. Birincisi küresel kapitalizmin işleyişindeki sorunlar, 2008 sonrası krizinin etkileri, verimliliğin düşmesi, ABD orta sınıfının sıkınları vs. İkincisi Çin’in yükselişi, Rusya’nın Çin’e güvenerek sistem dışı davranmaya başlaması, ABD müttefiklerinin bu ikisini ABD’ye karşı dengeleyici olarak kullanmaları. Üçüncüsü, Çin’in ABD’nin yerine göz dikmesi, sabırla usul usul bu yolda ilerlemesi.

Bir diğer konu da bu kurallar yalnızca güvenlik ve stratejik faktörlerle ilgili değil. Bu konuyu yalnızca devlet merkezli almamıza gerek yok. Bütün bu gerilimlerin altında yatan, alttan alta işleyen bir iktisadi gerilim var.

Aslında en temelde sorun küresel artı değerden kapitalist merkezlerin daha fazla pay alma çabaları. Bu küresel rantın aslan payını şimdiye kadar alan ABD, küresel büyümenin yavaşlaması ve hırslı bir Çin’in yükselmesi karşısında gibi farklı bir küresel ortamda konumunu korumaya çalışıyor. Bütün bunlar ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası kurduğu ve kural temelli dediği düzeni yürütmesinin ve yönetmesinin giderek zorlaştığını gösteriyor.

BU BİR SOĞUK SAVAŞ DEĞİL

Yeni bir Soğuk Savaş’a girdiğimiz söylemi doğru değil. Neredeyse hiçbir benzerlik yok ama kulağa hoş ve cazip geliyor. Soğuk Savaş’ın ne olup olmadığını zaten tekrar gözden geçirmek gerekiyor fakat bu uzun bir tartışma konusu. Şu kadarını söylemek gerekir ki, Soğuk Savaş sınırları, kuralları, aktörleri çok daha belli bir düzendi. Taraflar birkaç yoklama dışında birbirlerinin alanlarına genelde saygı gösterdiler. Soğuk Savaş döneminde ideolojik ayrım çok daha netti ve günümüzden farklı olarak ekonomik bir karşılıklı bağımlılık söz konusu değildi. İki ayrı ülke bloku ve kendi askeri ittifak ve ekonomik sistemlerinin bulunduğu, Sovyetler’in ekonomik büyüklük ve rekabet açısından hiçbir şekilde ABD’yi geçme imkanının olmadığı bir ilişki modeliydi. Günümüz küresel dinamikleri içinde belirgin bir coğrafi sınır yok, ABD Çin’in en büyük ticaret ortağı, Çin dünyanın heryerine nüfuz ediyor vs.

Eğer tarihsel bir analoji yapmak gerekirse dünya giderek I. Dünya Savaşı öncesine benziyor.

KURAL TEMELLİ DÜNYAYA RUSYA İTİRAZI

ABD’nin Rusya ile sorunu yalnızca Ukrayna değil. Rusya daha önce Gürcistan ve Kırım’ı işgal etti, Orta Asya ve Kafkaslar’da nüfuz sahibi ve ABD bunlara göz yumdu. Rusya’nın yarattığı iki önemli sorun var. İlki, Çin’e çok yaklaştı, ikincisi kendisine özgü bir ekonomik model kurmaya çalıştı. Enerji, bazı hammaddeler ve silah satışına dayalı, devletin başındaki liderin ekonomideki aktörleri kontrol altına aldığı oligarşik bir model. Küreselleşmeye kontrollü bir şekilde entegre, Avrupa kapitalizmine başta Almanya olmak üzere ucuz doğal gaz sağlayarak ayartmaya dayalı, Çin ile dirsek teması kuran, böylelikle kendisine küresel sistemde daha geniş bir alan yaratmaya çalışan kendine özgü bir otoriterlik.

Rusya, ABD’nin kendisini görmezden gelen, güvenlik gibi kaygılarını dikkate almayan tavrından hep rahatsızdı. ABD karar verme sistemi Rusya’yı bir bölgesel güç ve Çin’in “vassal”ı olarak görüyordu. Rusya bu statükoyu askeri güç kullanarak değiştirmeye çalıştı, etkisini Libya’ya, Afrika içinde Mali’ye dek uzatmaya başladı.

Putin’in içeride kurduğu otoriter model, dışta yayılmacı olmasa tolere edilecekti. Ama kurmaya çalıştığı alternatif ekonomik model ve dış politikada bu ölçüde bir askeri güç ve yayılma, ABD ve müttefikleri açısından fazla sorun yarattı. ABD bütün enerjisini hem bipartizan (partiler üstü) bir şekilde hem de yönetim ile Kongre tam bir uyum içinde bu Putinizmi ezmek için kullanıyor. Öyle ki, Biden yönetiminin 33 milyar dolar olarak belirlediği Ukrayna’ya yardım paketini Kongre 40 milyar dolara çıkardı. Daha önce yazdığım gibi, bu Ukrayna toprakları üzerinde ince bir ayarla yürütülen açık bir vekil (proxy) savaşı. Putin buradan parça koparsa bile zararlı çıkacak.

KÜRESEL DÜZENE ÇİN’İN İTİRAZI

Çin’in ABD’nin kurduğu küresel kapitalist sisteme itirazı birçok noktada Rusya’nın itirazından farklılaşıyor. Öncelikle, Çin de ABD’nin küresel sistemin koruyuculuğunu yürütüş şekline itiraz ediyor. ABD’nin kural temelli dediği aslında ABD temelli ve hiyerarşik olan bu düzende, diğer güç merkezlerinin bir bakıma kendisinden arta kalanlarla yine belli bir sıra içinde yetinmelerini isteniyor. Zannedildiğinin aksine Çin hele şu küresel ortamda ABD’nin ekonomik olarak çökmesini, hegemonik fonksiyonunu yerine getirmekten vazgeçmesini asla istemez. Öyle olsa, hala dış ticaret fazlasıyla ABD Hazine bonoları almazdı. Şu anda elindeki rezerv 3,3 trilyon ABD doları kadar. Onun yerine ABD hegemonyasından ufak parçalar koparmayı, zaman içinde güç biriktirmeyi tercih ediyor. Akıllı bir stratejiyle askeri maceralara kalkışmıyor, ABD’nin bıraktığı her boşluğu doldurmaya çalışıyor, geri çekilmeyi biliyor, zamanın kendi lehine işlediğinin farkında olarak gün sayıyor.

Çin, gözden kaçan bir şekilde ABD hegemonyasını özellikle uluslararası örgütler üzerinden zayıflatmaya çalışıyor. Bunun birinci yolu varolan örgütlerdeki etkisini artırmak, ikincisi paralel örgütlenmeye gitmek.

Günümüzde birçok BM alt kuruluşunda Çin’in etkinliği çok arttı. Çin kendi vatandaşlarını BM uzmanlık kuruluşlarının başına geçirmek için çaba harcıyor. Şu anda 15 uzmanlık kuruluşundan dördü Çin vatandaşı. Diğer komitelerde de Çin bazen küçük ülkeleri borç erteleme, silme gibi ekonomik imkanlarla ikna ederek kendi lehine karar çıkartmaya başaladı.

Yine IMF 2016’dan itibaren Yuan’ı tanımaya başladı ve ağırlıklı oy sisteminin geçerli olduğu bu kuruluşta Çin’in payı giderek arttı. Dolar ve Euro’nun IMF içindeki ağırlığı hala yüzde 70 civarında ama Çin’in payı tek ülke olarak Japonya ve İngiltere’yi çoktan geçti.

Dünya Bankası’nda da Çin oldukça etkin. Ama burada da şöyle bir yol izliyor. Burada Çin kendisini gelişmekte olan ülkeler kategorisinde gösterip, daha az kurumsal yardım yapma yoluna gidiyor. Kişi başına düşen gelir açısından bakıldığında haklı ama sahip olduğu ekonomik imkanlar açısından adil değil. Çin bu yardım konusunu akıllıca bir şekilde dış politika aracı olarak kullanmayı iyi öğrendi.

Çin alternatif olarak bir de Asya Altyapı Yatırım Bankası’nı kurdu. Buraya da 100 civarında üye ülke oldu. Bunların çoğu ABD müttefiki. Henüz Batılı kurum ve örgütlerin yerine geçemese de, Çin en azından bir cazibe yaratabiliyor.

Çin ABD’ye, kurallarını kendi koyduğu kapitalist sistemin işleyişinde değişiklik yapmak istediğini çok defa açıkladı. Hatta, Çin bu değişiklikleri kendisi için değil bütün gelişmekte olan ülkeler adına talep ettiğini de söylüyor.

ABD CEVABI HİNT-PASİFİK’TE VERİYOR

ABD’nin en azından şu anki koşullarda küresel sistemin işleyişinde Çin’e daha fazla yer verme niyeti yok. Geçmişte Brzezinski’nin bu türden önerileri vardı. Ama bunlar hayata geçirilmedi. Tersine ABD hem iktisadi hem de stratejik olarak Rusya ve Çin’i baskılama stratejisinde ısrarcı. İktisadi olarak küreselleşmeyi yavaşlatarak Çin’i zayıflatmak istiyor. Uzun bir süredir ABD sisteminde küreselleşmenin tek yönlü işlediği ve bundan Çin’in daha fazla fayda sağladığına dair bir görüş hâkim. Trump’ın Amerikan şirketlerini geri çağırması, insourcing ve küreselleşme ideolojisine karşı olduğunu söylemesi bunun dışa vurumuydu. Biden ise bu politikayı sessizce sürdürüyor. ABD kural temelli düzenin iktisadi boyutuna Çin’in uymamasından uzun süredir yakınıyordu. ABD’nin örneğin sigorta şirketleri, sağlık sektörü, visa, mastercard gibi tüketici kartları Çin’e bir türlü giremediler, dış ticaret açığı yıllardır hep Çin lehine seyretti, hala da öyle.

Çin bu dönüşümün farkında. Çinli uzmanların en çok tartıştığı konulardan biri ihracata dayalı büyümeden vazgeçilmesi ve iç piyasanın daha fazla canlandırılması.

ABD aynı zamanda Hint-Pasifik Dörtlü Diyaloğu (QUAD) ve AUKUS gibi platformlarla Çin üzerindeki baskıyı artırmaya çalışıyor. En son Tokyo’da yapılan QUAD zirvesinde Biden, Japonya, Hindistan ve Avustralya başbakanları biraraya geldiler. Tam bu sırada Rusya ve Çin savaş uçakları Japonya hava sahası yakınlarında buluşarak tatbikat gerçekleştirdiler. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi Japonya’yı “ABD ile bir olup Çin’in güvenliğine zarar vermeme” konusunda uyardı. Japonya ise yönünü iyice ABD’ye kırmış durumda ve ABD ile dijital teknolojide çok önemli olan yarı-iletkenler ve çip üretiminde işbirliği yapma kararı aldı. Bu askeri önlemlerden daha önemli bir gelişme.

ABD Dışişleri Bakanı Blinken son açıklamasında, “Çin’in bizimle ya da dünya ekonomisiyle ilişkisini kesmek istemiyoruz, yalnızca kurallara uymasını bekliyoruz” dedi. ABD ise "Bu hiyerarşik bir düzen, bizim altımızda bir yerde konumlanmayı kabul et" demek istiyor. Gücü göreli olarak azalıyor, doların küresel rezerv olarak tutulma oranı yüzde 59’a geriledi, bu geçtiğimiz yıllarda yüzde 65 civarındaydı. ABD birçok müttefikini ve üçüncü dünya ülkelerini Rusya’ya karşı yaptırımlara katılmaya ikna edemedi. Bu durum yaşadığımız dönemin bir özelliği. Çin, ABD’nin kendisine biçtiği yerden memnun değil.

Daha önemlisi ABD, Avrupa, Japonya, G. Kore kapitalist sınıfına Çin ve Rusya’nın devletle bağlantılı sermaye sınıfı entegre olmadı, 1990’lar ve 2000’lerin başında birçok ekonomi-politik analistinin aksine bütün küreyi kaplayan ulusaşırı bir kapitalist sınıf oluşumu gerçekleşmedi. Hatta, günümüzdeki süreç bunun tersine doğru gidiyor. İçte otoriter, devlet kontrolündeki bir kapitalizme dayalı, milliyetçi, dışta atak, agresif bir devletçi bir model bu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ve Batı sistemi böyle bir model ile karşılaşmamıştı. Bununla nasıl baş edeceğine dair elinde bir stratejik rehber yok.

Çin ise şimdilik güç biriktiriyor. Günü gelince hepsini fatura edecek gibi görünüyor. Hepsi birden Ukrayna’yı izliyorlar, kendilerince ileride yararlanacakları dersler alıyorlar.