Ulaşım, turizm, kültür, etik... Atlar nereye koşuluyor?

Kentsel ulaşımın, yaşam kalitesini ve kent ekolojisini direkt etkileyen önemli bir planlama ögesi olduğu su götürmez bir gerçek. Bu nedenle de haliyle kurgulanışı ve yönetimi yurttaşın gündemini sürekli meşgul ediyor. Kanal İstanbul, Haydarpaşa Garı, YHT, faytonlar...

Adalara giden herkes şahit olmuştur; vapurdan inen ziyaretçileri, yolcuları aç, yorgun, bakımsız, üzgün atlar karşılar. Akla hemen ‘faytona binme, atlar ölüyor’ sloganı düşer, umuyorum... Sıkış tepiş faytonların arasında, etrafını görmeyecek şekilde gözleri bantlanmış, kaburgaları sayılacak kadar zayıf, halsizlikten bacakları titreyen atlar...

Diğer yanda bir günlük ada ziyareti için sıraya girmiş turistler veya Adalılar. Atlar onlar için koşturacak. Bazısı hasta. Bazısı istenilen yere varamadan yere yığılacak… Turistler dondurma yiyip fotoğraf çektirirken Adaların kültürünü oluşturduğu için savunulan ‘nostaljik’ faytonlar da fotoğrafların fonunu oluşturacak. Ne manzara!

Gönül isterdi ki bu bir ajitasyon olsun ama değil. Bu Adaların sıradan bir günü. Hayvan hakları savunucuları yıllardır ulaşımda fayton kullanımını sonlandırmak için mücadele veriyor. Ne yerel yönetimler ne de herhangi başka bir kurum çözüme yanaşıyordu. Ta ki geçtiğimiz ay ortaya çıkan ruam hastalığı nedeniyle 105 atın başlarına kurşun sıkılarak öldürülmesine ve diğer ‘sağlıklı’ atların da karantinaya alınmasına kadar… Böylece bu yakıcı konu yeniden alevlenmiş oldu.

Ruam hastalığı kaynaklı ilk katliam olmasa da konunun bu defa alevlenmesi atların hayrına olmuş gibi görünüyor. En azından şimdilik… Herkes bu konuya kulak kesildi. Görüşmeler yapıldı, çözüm için harekete geçildi. Nihayet İBB fayton uygulamasını kaldıracağını ve turistik ya da sembolik olarak dâhi herhangi bir atın çalıştırılmayacağını duyurdu.

Bu haber oldukça sevindirici ancak karantinaya alınan atların akıbeti henüz belli değil. Hayvan özgürlüğü aktivistleri bu nedenle hala İBB önündeki nöbetlerine devam ediyorlar. ‘Hayvanlar tedavi edilecek mi, rehabilite edilecek mi, nereye gönderilecek, yaşam koşulları iyileştirilecek mi?’ gibi yanıt bekleyen sorular var...

Adalarda başka sorular da gündeme gelmiş görünüyor. Faytonların gitmesiyle elektrikli araçlara geçişin Adaları imara açacağı düşünülüyor... Yük yine zavallı atların omuzlarına yükleniverdi. Kaldı ki Adaların imara açılmasına sebep olacağı düşünülen elektrikli taşıtlara geçiş yeni bir uygulama da değil. Adalılar zaten yıllardır bireysel elektrikli araçlarını pekâlâ kullanmıyorlar mı?

Ulaşım planlanırken hareketlilik, erişilebilirlik, trafik vb. kavramlar üzerinden düşünülür. ‘Herkes her yere eşit şartlarda erişebilme imkânına sahip mi? İnsanların hareketi nasıl daha iyi organize edilebilir? Araç trafiği daha öncelikli mi olmalıdır?’ gibi soruların yanı sıra kentlerin ölçeği büyüdükçe gerek teknolojik gelişmelerin gerekse de çevresel kaygıların ulaşımdaki yeri de önemli bir hâl alıyor.

Son dönemde yükselen hayvan özgürlüğü hareketinin, faytonlar üzerinden ulaşım planlamasına kazandırdığı ‘türcülük’ perspektifi de oldukça önemli. Belli ki bu perspektifi ve talebi daha sık göreceğiz. Anlamamız ve dert etmemiz gerekiyor...

Bu açılardan bakıldığında faytonların ulaştırma anlamında oldukça verimsiz olduğu görülebiliyor. Her şeyden önce ulaşım için yeterli bir kapasitesi yok. Ne eşit erişim sağlıyor ne insanların yolculuğunu kolaylaştırıyor -çünkü aslında bir araç gibi hareket ediyor, yani rastgele. Hâlbuki Adaların esas eksiği, herhangi bir toplu ulaşım organizasyonuna sahip olmaması.

Zar zor ayakta durup fon oluşturmaya koşulan atlar… Yani, faytonlar bu açılardan çağın gereklerini yerine getirmemekle kalmıyor, etik olarak da ciddi bir sorun oluşturuyorlar.