AKP-MHP iktidarı bu ülkenin geleceğini karartıyor.

Ekonomide, işsizi, emekçiyi, üreticiyi ve esnafı göz ardı eden tutumu; yanlış kaynak kullanımı ve ülkenin yeraltı ve yerüstü varlıklarını, yaylalara varıncaya kadar, satmasıyla; siyasette yerleştirmeye çalıştığı “şiddet diliyle” toplumda onarılmaz yaralar açıyor.

İktidar, bu ülkenin geleceği olan gençliğine de, ayrıca, çok acımasız davranıyor.

BENDEN OLMAYAN…

İşbaşına geldiğinde doğan çocukların bugün 18’ini tamamladığı göz önünde tutulursa, koca bir nüfus kuşağının tamamıyla AKP döneminin ürünü olduğu yadsınamaz.

Ancak, iktidar, bu değeri de “değersizleştirmeyi” iş ediniyor.

Önce, yılardır süregelen “eğitim yetersizliği” bu ülkenin çocuklarının ve gençlerinin yaratıcı yeteneklerini tam olarak geliştirmelerini, günümüzde geçerli küresel yarışa daha donanımlı girmelerini engelliyor. Bu konuda tek bir örnek yeterli olacaktır: COVİD-19’u ve değişimini açıklamada kullanılan geçerli bilimsel yöntem Evrim Teorisi’dir. İktidar Evrim Teorisi’ni 2017’de ortaöğretim ders programlarından çıkardı; genç beyinlere bundan daha kalıcı hangi zarar verilebilir?

Sonra, iktidar “gençlerin işsizliği” karşısında duyarsızdır. Yıllardır çalışmak isteyen her dört gençten biri, hiç güven vermeyen TÜİK verilerine göre bile, işsizdir. İşsizlikten daha ağır olan nedir biliyor musunuz? İktidarın, kamuda işe almalarda “kayırmacılık yapması” yalnızca “kendinden olanı” işe alması.

Sonuçta, “her beş gençten üçü” geleceğini yurtdışında arıyor.

BOĞAZİÇİ

Yeni yılın ilk günlerinde Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanmasına, üniversitenin tüm bileşenleri, öğretim üyeleri, öğrencileri ve çalışanları bir “bütün” olarak karşı çıktı.

Çünkü atama üniversitenin var olan “kurumsal yapısı” hiçe sayılarak yapılmıştı ve bu nedenle yıkıcıydı. Yıkıcıdır, çünkü Boğaziçi üniversitedir; toplumun en önde gelen “beyin merkezlerinden” biridir.

İktidar, Anayasal haklarını kullanarak atamaya karşı barışçı gençleri, en acımasız biçimde eziyor; fiziksel şiddete başvuruyor; kanıtsız biçimde “terörist” ilan ediyor; “kimsenin yaşam tarzına karışmadığını öne süre iktidar, gençleri “LGTB”, “lezbiyen” diye topluma karşı aklı sıra karalamaya çalışıyor; dahası gençlere “zehirli yılan” diyecek kadar kendinden geçiyor ve böylelikle toplumsal barışı gerçekten zehirliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Boğaziçi’nde öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra’yı, üç yıl dört aydır, yargı kararları göz ardı edilerek hapiste tutulan eşi Osman Kavala üzerinden suçlaması, hangi hukuka sığar?

Yoğun bir biçimde karşı çıkılması, “ideolojik nedenlerle” olacak, iktidarın geri adım atmasını sağlamıyor.

Bilindiği gibi, Necip Fazıl Kısakürek, bu iktidarın Siyasal İslam ideolojisinin simgelerinden biridir. 1960 öncesinde Necip Fazıl, Menderes’in iktidar karşıtı göstericilere yönelik tutumunu “yetersiz” ve “etkisiz” buluyor. Kısakürek şöyle yazıyor: “Hükümet kuvvetlerine karşı fiille karşı duran Halk Partisi sevk ve idaresindeki sözde gençlik yığınlarından bir buçuk ölü yerine 150 ölü verdirilseydi ortada bir hükümet bulunduğu anlaşılır ve hiçbir şey olmazdı” (Benim Gözümde Menderes, Büyük Doğu Yayınları, 1993, s.428).

Şimdiki gelişmelere bir bütün olarak bakıldığında ve Gezi olayı da dikkate alındığında, AKP-MHP iktidarının sertlik politikasının Necip Fazıl’dan esinlendiği sonucuna varılabilir.

Ancak bu kez o ders işe yaramayacak. Barışçı ve kararlı bir tutumla “değerlerine” sahip çıkan; sanal iletişimi en etkin bir biçimde kullanan ve kışkırtmaları boşa çıkararak iktidarı “işlevsizleştiren” Boğaziçi, ülkenin, başta emekçiler, üreticiler ve çevreciler olmak üzere meslek oda ve birliklerinin ve baroların katılımıyla, nerdeyse tüm illerde çok yaygın bir toplumsal destek görüyor.

Toplum, “ilk kez” haksızlığa karşı direnen bir üniversitesine, gençliğine, daha doğrusu “özgürlük, bilim, barış ve yaşama“ ekseninde “geleceğine” sahip çıkıyor; Boğaziçi’nin “boğdurulmasını” önlemeye çalışıyor.