LeMan Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Tuncay Akgün, “Ülkeyle bağlantısı olan herkes gündeme tutsak yaşıyor. ‘Size ne çok malzeme çıkıyor’ söylemlerinden hoşlanmıyorum. Malzeme değil, güzel bir ülke istiyorum” diyor.

Ülke gündemine tutsak yaşıyoruz

Işıl ÇALIŞKAN

Gündem yaratmasının yanı sıra çok kez gündem olan karikatür ve mizah dergisi LeMan, 30 yaşında. Gündemin yakıcı konularını çizgilere döken derginin Genel Yayın Yönetmeni Tuncay Akgün, espriyi algılamak için asgari bir gerçeklik duygusuna ihtiyaç olduğunu söylüyor ve bu atmosferde mizah yapmanın pek de kolay olmadığını ekliyor.

Akgün’le son dönem mizah ve karikatür gündemini konuştuk.

LeMan 30 yaşında. Sizin gözünüzden yetişkin yaştaki LeMan’ı dinleyebilir miyiz?

LeMan’ın 30 yılı devirmesini, bin 500 küsurlu sayıları aşmasını önemsiyorum. Ülkenin en köklü mizah kurumuyuz neticede. Şaşaalı kutlamaları hak ediyor. Partilemek değil kastettiğim, gerçi o da olsa güzel olur, bize yakışır. Büyük sergiler, kitaplaşmış külliyatlar, dökümanterler gibi. Bizim 30 yıllık tarihimiz Türkiye’nin de yakın tarih okumalarının hafta hafta belgelenmiş kronolojisi aynı zamanda. LeMan kurulduğundan beri her dönem çok etkili ve dönüştürücü bir dergi oldu.

30 yıllık böyle bir geçmiş ve şecerenin üzerinde oturmak sorumluluğu artırıyor. Bunun ağırlığını da taşımak durumunda kalıyorsunuz. Mizahın ruhuyla biraz çelişik bir durum gibi. Ancak biz her zaman meseleci ve tavır alan bir çizgi izledik.

Politik, muhalif yanımız hep çok belirgindi. Deli, çocuk neşeli, sarhoş yanımızı öne çıkartışımız da bundan bağımsız değil. Bu tavrın parçasıydı. Buralarda eksilmiş olabiliriz ve bence her zamankinden fazla ihtiyaç var.

ESPRİYİ ALGILAMAK İÇİN GERÇEKLİK DUYGUSU OLMALI

Türkiye’de baskı ve otoriter rejim söz konusu. Bu atmosterde mizah yapmak ne kadar kolay?

Otoriter rejim derken 20 yıl önce ve daha öncesinde de buralar dutluk değildi. Ben 80 öncesi ortaokul-lise yıllarında amatör olarak GırGır dergisine karikatür götürüyordum. Sadece ben değil onlarca karikatür aşkına düşmüş genç haftada bir gün Oğuz Aral’ın odasında toplanıyorduk. Oraya karikatür getiren arkadaşlarımızdan biri faşistler tarafından telle boğularak öldürüldü. Bir kaç hafta karikatür götürmeyi boşladığımda Oğuz Ağabey telaşlanır “Neredesin?” diye sorardı. Öldürülmüş, kaçırılmış, hapse düşmüş, işkencelere uğramış olabilirdik. İklim buydu. 12 Eylül sonrası artık dergiye kabul edildiğimde ilk çalışma günü büyük bir sevinçle dergiye koşmuştum. Ancak şansıma Cunta tarafından GırGır kapatılmış, dergi kapı duvardı.

Limon, LeMan sürecinde yüzlerce davayla boğuştuk. Yargısız infazlar, köy yakmalar ve boşaltmalar, bok yedirmeler, F tipleri direnişleri, ölüm oruçları, cezaevlerine yakmalı, yıkmalı operasyonlar, kaybedilenler, faili meçhuller, kimsesiz mezarlıklarına gömülenler, ölüm çukurları, Susurluk süreci vs. anlatmakla bitmez her hafta kapaklarımızda, sayfalarımızdaydı.

Biz bunları yazıp çizerken bir yandan da bankalar soyuluyor, devlet mafyalaşıyor, hakim medya ya olan biten her şeyi (bizi de) sansürlüyor, ya da türlü dezenformasyon, manipülasyon numaralarına başvuruyordu. LeMan’dan başka olup biten korkunç şiddetteki bu olayları büyük kitlelere ulaştırabilecek alternatif yayın neredeyse yoktu, ya da baskılanmıştı.

Eski çürümüş düzenin aktörleri tarihin çöplüğüne süpürülürken yeni bir soluk yanılsaması yaratan bu iktidar geldi. Aradan 20-30-40 yıl geçti. İslamcı tonla da koyulaştırılmış, bütün kurumların çöktüğü, mutlak büyük medya hâkimiyetinin sağlandığı bir düzeni yaşıyoruz. Akıl ötesi ve arabesk, türlü hilelerin, komploların, simülasyonların içinden geçirildi toplum. Gerçeklikten kopuldu. Rasyonalitenin fetvası okutuldu. Komplo teorilerinin bu kadar yaygın olması, en dipte yaşayanlara bile alabildiğine nüfuz etmesi çok da şaşırtıcı gelmiyor o zaman. E bu atmosferde mizah yapmak hiç de kolay değil diyebiliyorum. Espriyi algılamak için asgari bir gerçeklik duygusuna ihtiyaç vardır.

ulke-gundemine-tutsak-yasiyoruz-914081-1.

LeMan satışları ne seviyede?

Bizi yaşatacak seviyede değil. Kâğıt dergi satışı, az da olsa, yüksek de olsa (biz hiç reklam da almadık bu arada) bayi satışı, bayi komisyonları, bayi dağılımları, matbaa, kâğıt masrafları falan bu işletim sisteminin paradigması eski düzene göre tamamen değişti. Hiç bir şekilde bağımsız bir yayının kendini kurtarması mümkün değil. Dijital okunma oranlarımız eski tirajlarımızın üstünde seyrediyor ancak aynı etkiyi yarattığını söyleyemem. 100 binlerin üstünde sattığımız yıllarda okunma katsayımız 12’ydi. Öğrenci yurtlarında, kantinlerinde paylaşılıyordu gibi anlayabiliyorduk. Gazetelerde bu oran 2 en fazla 3 çıkıyordu. Dijital okunmayı tekil kullanıcı gibi sayarsak eski okunma oranlarımızı yine yakalayamıyoruz. Fakat bir takım çıkar amaçlı portallar tarafından yağmalanan ve sosyal ağlara sürülen, karikatürlerimizle milyonlarca paylaşım döngüsünün içindeyiz bir taraftan da. Sanatçı imzaları ve yayınlandığı dergi isimleri özenle silinmiş, bilinçsiz okur-bakarınentertaiment tüketimine sunulmuş karikatür sağanağı canımızı fazlasıyla sıkıyor.

Baskıcı ve otoriter dönemlerde insanlar mizahadaha çok sarılıyor mu?

O baskıyı ve otoriteyi betondan sızan bir çiçek gibi çatlatabilecek mizahı üretebilirsen sarılabilirler. Beton-çiçek, (yeşillik) alegorisi yerinde oldu bir yandan da. Had safhada bir betonlaştırma ve yeşile saldırı, tahrifatın göbeğindeyiz. Mizah, yaşama sevinci, hayat neşesi de benzer bir gömme gayretinin öznesi değil mi?

Tahammül mizah için ne kadar önemli? Toplumun tahammül seviyesiyle ilgili mizaha yaklaşımıyla ilgili nasıl bir çıkarım yapılabilir?

Tolerans, hoşgörü sözcüklerini de ekleyerek bu konuyu biraz daha açalım. Bu eşik düştüğünde mizahçının işi zorlaşıyor. Tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük katılaşmasını öngörülebileceği gibi tedavi eder mizah. Ancak tedaviye cevap alınamayacak eşiğe düşülmüşse geçmiş olsun. Bu eşik olgun seviyedeyse de mizahın tadından yenmez.

Toplumdaki tahammül seviyesinin düşmesi mizahçıları nasıl etkiledi?

Bizim okurumuz çoğunlukla küçük yaşlarda belki abisinden, ablasından, belki annesinden, babasından devralarak, belki okul ortamlarında arkadaşlarından görerek belki de kendisi keşfederek dergi okumaya başlar. Hafta, hafta aylar, yıllar boyu derginin mizahını, sevdiği yazarların metinlerini, çizerlerin çizgilerini damıtır. Tek taraflı bir iş de değildir bu. Okur da yazar-çizeri etkiler. Gerçek mizah okurunun söylediklerimi anlayabileceği bir karşılıklı hem-hal olma durumundan bahsediyorum. Okur mizahçının dilinden, duygusundan anlar, mizahçı da okurunun hissiyatını kaleminin ucunda hisseder. Mizah dergisi okur kitlesinin kapladığı alanın hiç de azımsanmayacak büyüklükte olduğunu biliyoruz. Sorun çıktığı, yanlış anlaşılmaların olduğu, telafisi zor alınganlıkların, incinmişliklerin yaşandığı anlar nadirdir doğrusu. Benim uzun yıllara dayanan deneyimlerim bunu söylüyor. Ancak mesela hedef gösterilmek üzere sosyal medyaya sızdırılmış bir karikatür, kapak bu mizah dergisiyle haşır neşir olmamış bir kitle için saçma sapan yorumlamalara neden olabiliyor. Bu korolara bazen muhalif alanda görünen kesimler de katılabiliyor. Sistematik sosyal medya linçlerine en çok uğrayanlardanız. Bu işlerin kaynağını, arkasındaki güçleri, işaret fişeklerini çakanları da biliyoruz. 15 Temmuz sonrası yaptığımız kapak için uğradığımız linç dünyanın en uzun süren trendtopic listesine girdi. Silahlarını teşhir eden kalabalık bir gürûhu dergi binamıza mobilize etti. Orada her şey olabilirdi. Yine çok kalabalık bir polis gücü müdahalesiyle kıl payı kurtulduk. O kıl payının içinde matbaamızın basılması, o sayının bakkal bakkal toplatılması da var.

Akp iktidarı devrilir ve yeni bir dönem başlarsa bu sizi nasıl etkiler?

Oksijen, temiz hava... Tabi gelen gideni aratmazsa... Bundan kötüsü olmazmış gibi geliyor insana.Bektaşi’nin dediği gibi ama, aması var işte...İç karartmayalım.

Gündemin bu kadar sert olması ve çabuk değişmesi sizi kişisel olarak nasıl etkiliyor?

Ben de çok etkileniyorum herkes gibi. Endişelerim, kaygılarım, korkularım, umutlarım gel-git yapıyor. Dünyanın her yerinde yaşayan arkadaşlarım var. Bu kadar Türkiye’ye dönük gündeme kilitlenme hallerine tanık olmadım. Bu ülkeyle bağlantısı olan herkes ilgili ilgisiz, politik, apolitik içerde, dışarda Türkiye gündemine tutsak yaşıyor. Size amma çok malzeme çıkıyor söylemlerinden de hiç hoşlanmıyorum. Malzeme falan istemiyorum. Güzel bir ülke istiyorum.

SINIR TANIMAYAN MİZAHÇILAR ÖRGÜTÜ

Mizahınızın sınırlarını neye göre belirliyorsunuz?

‘Sınır tanımayan doktorlar örgütü’ gibi ben de ‘Sınır tanımayan mizahçılar örgütü’ kurmak istiyorum. Ya da kuran birilerine katılmak...

Türkiye’deki mizah kültürünü siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mizah kültürümüz iyidir, hoştur.

Yurtdışında nasıl görülüyor?

LeMan’la ilgili dünya basınının ilgisi bizimkinin 10 katı 20 katı gibi. Bu bir şey anlatıyor mu bilmiyorum. Yabancı meslektaşlarımız burada kurumlaştırdığımız mizah dünyasına şaşkınlıkla ve gıptayla bakıyor. Ama dünya bizi izliyor dersek abartmış oluruz. Türk mizahı Türkiye futbol ligi gibi. Naklen yayınlarda izlenmiyor. Gidip kendini onlara anlatman gerekiyor. Çok başarılı olan örnekler de var. Bu arada Türk mizahı naklen izlenmiyor derken hiç bir şeyimiz naklen izlenmiyor. Edebiyatımız, resmimiz, vs. kişisel çabaları parıldamakarı saymazsak…Bu konuda gerçekçi olmak lazım.