G. Floyd’un “Nefes alamıyorum” diyerek, hayatını kaybetmesi ABD’de ve tüm dünyada büyük bir protesto dalgası başlatmış, milyonlarca insan “siyahların hayatı değerlidir” sloganı etrafında buluşmuştu. Geçen hafta ABD’de Floyd davası başladı. Floyd’un boynuna tam 9 dakika 29 saniye bastıran polis memuru, hâkim karşısındaydı. Kürsüye gelen tanıkların arasında Floyd’un katili Derek Chauvin’in amiri de vardı, Floyd’a ilk tıbbi müdahaleyi yapan sağlık elemanları da. Sağlıkçılar olay yerine vardıklarında Floyd’un nefes almadığını söyledi; tanıklar ise polisin çevredeki vatandaşların siyah adama yardım etmelerini engellediğini anlattı. Davayı takip eden aktivistler mahkeme önünde bir kez daha ABD’deki ırkçılığı ve polis şiddetini kınadı. Floyd davası, sadece ABD için değil, tüm dünya için sembol bir davaya dönüşmek üzere. Çünkü nefes alamayanlar her yerde!

***

Davaya Türkiye’de yer veren “ana akım medya”, mahkemedeki “duygu dolu” anlardan bahsederken Kadıköy’deki Boğaziçi protestolarında polis, gençlere acımasız bir biçimde müdahale ediyor; yerlerde sürükledikleri üniversitelileri gözaltına alıyordu. ABD’deki ırkçılığı “keşfeden” aynı medya, gençlere uygulanan şiddete sırtını dönüyor, uluslararası ajanslarda yer alan polisin boğaz sıkma anlarını görmezden geliyordu. Tıpkı sorumlu makamlarda oturanlar gibi… Hâlbuki aylardır demokratik haklarını kullanma mücadelesi veren o çocuklar nefes alamıyor, aileleri nefes alamıyor, hocaları nefes alamıyor. Boğazlarına çöken de yalnızca kolluk kuvvetleri değil, kan kaybederken hıncını yurttaştan çıkaran bir iktidar. O iktidar muhalif vekile de, gazeteciye de, sağlık sorunu olan yurttaşa da aynı öfkeyle davranıyor.

***

İktidar pandeminin başında ve yeni zirve noktasında yurt dışından tedavi için birkaç defa “nüfuzlu TC vatandaşı” getirdi. Son örneği özel uçakla Londra’dan getirilen Yetimova. Bir ülkenin kendi yurttaşlarına sahip çıkması övünülecek bir iştir, ancak bu sahip çıkma eyleminin eşit ve hakkaniyete uygun bir biçimde yapılması gerekir. Aksi halde şov yapmanın ötesinde bir anlamı yoktur. Nitekim Yetimova için seferber olan iktidar, İzmir’de günlerdir hastaneye yatmak için çırpınan Aslı Özkısırlar’ı ölüme terk etti. Annesiyle hayata tutunmaya çalışan bir genç kadın nefes alamadı, hâlbuki onun hayatı en az alay-ı vala ile getirilen Yetimova kadar değerliydi. Kongre süreciyle pandeminin patlamasına katkı sunan iktidarın Sağlık Bakanı, “Bu konuyu gündemde tutmanın kimseye faydası yok” sözünü şimdi bir de hastanede yatacak yatak bulamayan hastaların ve ailelerinin gözlerinin içine bakarak tekrarlasın.

***

Bakanlar ve iktidar vekilleri her yere şatafat gösterisi eşliğinde gitmeyi sürdürüyor. Korumalar, araç konvoyları, kapılarda dizilen bürokratlar… Son dönemde bakanların, vekillerin yanı sıra bazı danışmanları da aynı sefayı sürmeye başladı. Çakarlı araçlarla gezenler mi ararsınız, devlet memurlarını azarlayanlar mı; onlar “dokunulmaz” bir yaşam sürerken tartışmalı bir biçimde vekilliği düşürülen Gergerlioğlu evinde yaka paça gözaltına alındı, raporla darp edildiğini kanıtlandı. Fenalaşıp hastaneye kaldırılan Gergerlioğlu dinlenmesine izin verilmeden cezaevine nakledildi. Gergerlioğlu muhtemelen o gördüğü muamele nedeniyle bir an nefes alamadı. Hâlbuki onun yaşamı da en az kamu imkânlarıyla kibir abidesine dönmüş olanlar kadar değerli.

***

“Yeter ki ekonominin çarkları dönsün” dedikleri için Covid-19’a yakalanan, geçinemediği için hayatından vazgeçen, işsiz bırakıldığı için ailesinin yüzüne bakamayan, bir seneye aşkın süredir sağlık kuruluşlarında canhıraş emek vermesine rağmen tüm çabaları siyasi gösteri uğruna heba olan, kod 29 ile damgalanıp açlığa mahkûm edilen, aşı olamadan sınıflara girmek ve ders anlatmak zorunda kalan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yaşamı değerlidir. Onlara bir rahat nefesi çok görenlerden hesap sormak da bir yurttaşlık sorumluluğudur.

***

İktidar halka “Ben istediğimi yaşatır, istediğimi ölüme bırakırım” diyor. Binlerce insan ölümün kritik eşiğinde bekleme odasında tutuluyor. Bu yalnızca bir demokrasi kaybı meselesi değildir, bu yurttaşlığın vaat ettiği eşitliğin ve birlikte yaşama iradesinin her gün yeniden katledilmesidir. Siyasal İslam ve kapitalizm olduğu yerde dururken, eşitsizliği meşrulaştırmaya çalışan ideolojik ve yapısal unsurlar dört bir yandan beslenirken sadece siyasal sistem değişikliği önermenin halkı harekete geçirmeye yetmeyeceği aşikârdır. İşte tam da bu nedenle laiklik mücadelesi yaşamsaldır, işte bu nedenle kapitalizmin hoyratlığına karşı verilecek örgütlü mücadele yaşamsaldır.