Her büyük felakette, iktidar ortakları bir anda ortadan kayboluveriyor. Saray’ın politikaları üzerinde etkili olmakla övünen kim varsa, memleket yangın yeriyken köşe bucak kaçıyor. Bırakın sorumluluk üstlenmeyi, bir tas su dökene parmak sallamaktan başka bir şey yapmıyorlar. Günlerdir Ege ve Akdeniz’de devam eden yangınlarda da Karadeniz’i vuran selde de ne MHP lideri, ne Perinçek ne de BBP genel başkanı sahadaydı. Bahçeli, MHP’lilerin bile muhtemelen işitmediği bir yardım kampanyasıyla yetindi. Perinçek’in yayın organı, hükümetin zaafına işaret edenlerle uğraşmaktan öte bir iş yapmadı. İktidarın gayri resmi ortakları olan, her fırsatta Afrika’dan Orta Asya’ya Müslümanlara yardım kampanyaları düzenlemekle övünen cemaat ve tarikatlar ise sahil bölgelerine, dünyanın bir ucundan daha uzak. Devlet nezaretinde alana sokulan İHH’yı bir kenara koyarsak, afet sahasında İslamcıların esamisinin okunmadığını söyleyebiliriz.

***

Bakanlar ve üst düzey bürokratlar, felaketin yakıcılığı tüm ülkeyi sarmışken, kendi ikballerini düşünmekle meşguller. Her birinin geleceği, Saray koridorlarında süren pazarlıklara bağlı. Bakanlık koltuğunun gideceğini fark edenler, yaz ortasında yeni hangi görevlere atanabilirler onun arayışındalar. Ne de olsa, Eski Aile Bakanı Selçuk gibi, bakanlıktan ayrıldıktan sonra, kamu şirketi yönetim kuruluna atanıp “huzur hakkına” kavuşan örnekler var. Üç beş yerden maaş alan kimi bürokratlar ise bakanlık ya da bakan yardımcılığı peşinde. Fırsat bu fırsat yükseldiğimiz kadar yükselelim diyorlar. Ülke mahvolmuş, insanlar yaralı ve öfkeliymiş, zerre kadar umurlarında değil.

***

Saray’ın etrafında oluşan yeni yapılara dahil olmak için İslamcılar arasında kıyasıya bir rekabet hüküm sürüyor. Çünkü bu yapıların bir parçası olmanın beraberinde getirdiği bir dizi ayrıcalık var. Son dört yılda başdanışmanlıklar, politika kurulları derken, Beştepe’de bakanlıkların bürokratik yapısının üstünde etkinlik gösteren organlar oluşturuldu. Doğrudan CB’ye karşı sorumlu bu bürokratik mekanizmalar ile yine CB’ye karşı sorumlu bakanların kadroları arasında zaman zaman nüfuz mücadelesi yaşanıyor. Ve bu durum işlerin kitlenmesine kadar varıyor. Ya karar alınamıyor ya da peşi sıra birbirleriyle çelişen kararlar veriliyor.

***

Her birinden şirket yöneticisi performansı beklenen Bakanlar, Saray bürokrasisi ve bakanlık bürokrasi arasında bir köprü görevi gördükçe koltuklarında oturabiliyorlar. Bu “görevi” beceremediklerinde de yolun sonu görünüyor. Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturduğunda kimi “iyimser” muhalifleri sevindiren Ziya Selçuk’un istifası bu durumun son örneği.

***

Selçuk, Milli Eğitim’in siyasal İslam tarafından işgal edildiği gerçeğinin üstünü kapatmaya uygun bir bakan olarak görülmüştü. Meslekten gelmesi, çağdaşlığa vurgu yapması ve özel sektör deneyimi öne çıkarılırken Milli Eğitim kadrolarında son 20 yıldır yaşanan gericileşme gizlenmek isteniyordu. Selçuk, görev yaptığı süre boyunca tarikat ve cemaatlerin Bakanlık’ta etkinliğini kıracak herhangi bir hamle yapmadı. Ne İslamcı derneklerin okulları abluka altına almasına ses çıkarabildi ne de eğitimde yaşanan nitelik kaybının önüne geçebildi. Şayet bunlarla mücadele edip görevden alınsaydı, o zaman belki farklı bir biçimde tarihe geçebilirdi. Bu haliyle belleklerde yalnızca AKP’nin bakanlarından biri olarak kalacak.

***

Başta Sağlık Bakanı ya da Turizm Bakanı olmak üzere, kabinedeki birçok ismin de Selçuk ile benzer bir akıbeti paylaşması sürpriz olmayacak. İktidarın tepesi, muhtemelen “Ceo’lardan” vazgeçip yoluna cemaat ve tarikat bağı açık olan isimlerle devam edecek. Önümüzdeki seçime kadar, iktidarın örtük ortakları devlet kurumlarını tamamen teslim almak için elinden geleni yapacak. Bu da beraberinde daha büyük gerilimlerin yaşanmasına neden olacak.

***

Meclis’teki muhalefet, devletin parsellenmesine ses çıkarmadan, tarikat ve cemaatlerin rolüne dair tek çift laf etmeden iktidarı devralabileceğine inanmış durumda. Zaafa uğratılan kurumlardan bahsediyor ama bunun arkasındaki dinamikleri es geçiyor. Hesap soracağız diyor ama hesabı foyası meydana çıkmış kimi siyasiler ve 5’li çete ile sınırlı tutuyor. Bu politik patinajın üstesinden ancak toplumsal muhalefetin özgüvenini kazanıp kurumsal siyaseti zorlamasıyla gelinebilir. Aksi halde değişim umutları yine bir başka bahara kalır.