Bugün ülkemİzde 3 akademisyenİn işlediği “Terör örgütü propagandası yapmak” suçunu Nobel ödüllü Alman yazar Heinrich Böll 1972 yılında işlemişti. Ve de hiç yalnız değildi!

Ülkenin çiğnenen onuru

Akademisyenler Esra Mungan, Muzaffer Kaya ve Kıvanç Ersoy, barış isteyen “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriye imza attıkları gerekçesiyle tutuklu. Savcılık akademisyenler hakkında “Terör örgütü propagandası yapmak” suçundan 1,5 yıldan 7,5’ar yıla kadar ayrı ayrı hapis cezası istiyor. Yandaş medyaya göre, üç akademisyen “düşünce suçlusu” değil ve “terör örgütü propagandası” yapmaktan tutuklu. Hükümetin görüşü de bu yönde. Hukukun görüşü ise zaten hukuk uzun süredir siyasallaştığı için merak edilen bir konu değil.

3 akademisyenin başına gelenleri de yapılan tartışmaları da biliyorsunuz. Şimdi 1972 yılında Almanya’da olup bitenlere bakalım. Alman ve dünya edebiyatının en önemli yazarlarından Heinrich Böll, Spiegel dergisinin 10 Ocak 1972 sayısında Almanya’ya savaş açmış Kızıl Ordu Fraksiyonu - RAF’ın önderlerinden Ulrike Meinhof ile ilgili “Ulrike lütuf ya da bağışlanmak mı istiyor” başlığıyla bir makale yazdı. Böll aslında RAF konusunda medyanın tutumunu, haber yapma ve nbilgi verme biçimini eleştiriyordu. Bu arada Heinrich Böll’ün sosyal demokrat bir yazar olduğunu ve Spiegel’ın da o yıllarda aynı çizgide olduğunu hatırlatalım. İşin ilginç yanı hükümette de o dönemde sosyal demokratlar vardı.

Herkes sosyal demokrattı ama
Yazıdan sonra Almanya bulvar basını hemen Heinrich Böll’ü “RAF’ın fikri sempatizanı” olmakla itham etti. Böll aleyhine “terör destekçisi, terör örgütünün propagandasını yapıyor” karalama kampanyası başlatıldı. Sağ basın ve sağ politikacıların ithamları işi o kadar ileri götürdü ki, Alman edebiyat tarihinin en büyük yazarlarından, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Böll’ün evini polis bastı. Sosyal demokrat hükümet bir yandan RAF ile mücadele stresi ve diğer taraftan sağ siyasetin tazyike dayanamadı ve Böll’ü gözaltına almaya niyetlendi. Eve baskın yapan ağır silahlarla donatılmış polisler, “Böll’ün evinde RAF militanlarının kaldığına dair ihbar aldığını” açıkladı. Evde aranan kimse yoktu. Haber hemen yayıldı ve halk, polisleri ve hükümeti desteklemek yerine, Böll ile dayanışmak için yazarın çevresinde kenetlendi. Böll vartayı halkın desteği ile atlattı, belki de RAF’lıların tutuklu bulundukları Stammheim’a gitmekten kurtuldu. Halk hatta evin olduğu yere gelip Böll’e sahip çıktı.



Almanya’da, devlet terörle mücadele ederken, özgürlüklerden ve insan haklarından ödün verilebilir mi tartışması başladı. 1970’lerde Almanya’da RAF (Kızıl Ordu Fraksiyonu) militanlarının eylemleri, Alman yakın tarihine hâkim olan faşist anlayışı ve yapılanmayı yeniden diriltince, terörle mücadele adı altında pek çok insan hakları ihlali yaşandı.

Hukuk herkese
Böll, devletin böyle bir refleksle hareket edemeyeceğini dile getirdi ve devletin tutumunu değil, hukuku ve demokrasiyi savundu. Hukukun herkes için eşit uygulanabilir olması gerektiğini dile getirdi. Böll, RAF’ın varlığının devlet terörüne neden oluşturamayacağını savunurken, aslında RAF’ı ve ‘eylemlerini’ savunmuyordu; her şeyin evrensel hukuk kuralları içinde olması gerektiğini vurguluyordu. Böll ve Böll’e destek veren aydınlar, hukukun herkese lazım olduğunu ve hukuk çiğnendiği yerde muhatabının devlet olduğunu vurguladı. Ancak, sağ siyasetçiler ve sağ basın bu kesimi “terörü hafife almakla” ve “teröristleri sempatik göstermekle” suçladı.

Sonuçta Böll biraz geri adım atar gibi yaptı. Ama 2 yıl sonra bir kitapla çıkageldi: Die verlorene Ehre der Katharina Blum! Yani şu bildiğiniz Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru! Böll’ün “Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru”nda anlattıklarının ne kadarı kurmacaydı ne kadarı gerçek? Böll, daha sonra Hannover Üniversitesi’nde ders veren Psikoloji Profesörü Peter Brückner’ın başına gelenlerden esinlenerek bu kitabı yazdığını söyledi.

Almanya’da 70lerde oluyordu bunlar
68 hareketinin ünlü solcu profesörlerinden biri olan Brückner’ın başına şunlar gelmişti: Bir sağcı bulvar gazetesi 1972’de aranırken bir gece, bir süredir hakkında yakalama emri olan Ulrike Meinhof’un Peter Brückner’ın evinde saklandığını yazdı. Haber, diğer yandaş gazeteler tarafından kampanyaya dönüştürüldü. Brückner, bunun üzerine üniversiteden atıldı. Öğrenciler hocalarını bırakmadı. Cafelerde, meydanlarda iki dönem dersler devam etti. Leyhte kampanyalar düzenlendi. Brückner, bir yıl sonra üniversiteye döndü.

Ancak, 1977’de RAF’ın bir eylemini öven bir yayından sonra üniversiteden tekrar atıldı. Uzun hukuki uğraşlardan sonra 1981’de üniversiteye tekrar dönmeyi başardı. Kısa bir süre sonra ama kalp krizinden yaşamını yitirdi.
Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru ve Böll hakkında tekrar kampanya başlatıldı. Elbette sağ basına, bulvar gazetelerine ve sağcı politikacılara göre kitap, ‘terör ve şiddeti’ savunuyordu.

Sağcı Cumhurbaşkanı Karl Carstens kitabı okumadan Alman halkına şu çağrıyı yaptı: “Tüm halkı terör faaliyetlerinden, özellikle de birkaç ay önce Katharina Blum takma adıyla bir kitap yazan ve kitapta şiddeti haklı bulan şair Heinrich Böll’den uzak durmaya çağırıyorum…” Carstens, aynı Burhan Kuzu gibi bir hukuk profesörüydü ve anlaşılıyor ki kitabın kapağını bile görmeden konuşuyordu.

Heinrich Böll, bütün bu kargaşa içinde şöyle yazmıştı: “Sabır! Belki de gerçekten kötü bir zamandan geçiyoruz.” Kitap 30 dile çevrildi, Almanya’da en az 6 milyon sattı. Türkçede de çok okundu ve tiyatrosu da oynandı. Böll kitaptan sonra, daha aktif olarak politikayla ilgilendi. İnsan hakları için uğraştı. ‘Kötü zamanlar’ çabuk geçti ve karşıtlarını kimse hatırlamazken Böll’ün adı okullara, caddelere ve vakıflara verildi.