Uçak yolculukları yapmış olanlar bilirler. Türbülansa girmiş uçak içindekilere korkulu anlar yaşatır. Hatta içlerine “uçak düşecek” kaygısı salar.
Türkiye bir süredir fırtınalı havada türbülansa girmiş uçak gibi, sürekli olarak sarsıntılar yaşıyor.
Uçağın türbülansa girmesi konusunda fırtınanın büyüklüğüne göre risk hesapları yapılarak karar verilir. Bazen içinden geçilip gidilir, bazen de uçağın rotası değiştirilerek fırtınanın uzağında kalınır.
Buna kokpit ekibi karar verir.
Türkiye’nin “kokpit ekibi” uzunca bir süredir sadece türbülans riskleri olan hava sahalarını seçiyor.

•••

16 Nisan 2017 tarihinde Anayasa Değişikliği Referandumu için Türkiye böylesi bir türbülansın içinde sarsıla sarsıla ilerliyor.
Anayasa hukuku konusunda ne kadar bilgili, birikimli insan varsa “yapmayın” dediler. Demeye de devam ediyorlar. Bu değişiklikler 94 yıllık Cumhuriyetimiz için iyi olmayacak!
İktidar partisi içinde de hatırı sayılır bir “gönülsüzlük” var. Hükümet dışında kalmış partinin kurucuları, ağır topları, seçim bölgelerine gidip de “evet” çalışması yapmamalarının bir anlamı olmalı.
Hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş bu durumu açıklarken “sahaya inmedik” diyor.
Türkiye’ye “evet” dedirtmek için propaganda yapılacak bir saha da yok. Çünkü anlatamıyorlar bu işin özünü.
Hükümet bunun yerine çalışma sahası olarak Avrupa’yı seçti. Avrupa kentlerinde propaganda çalışmalarına yöneldi.
Önce Almanya ve Avusturya’da sorunlar yaşadı.
11 Mart Cumartesi’yi 12 Mart Pazar’a bağlayan gece ise Hollanda ile büyük bir krize sebep oldu.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verilmedi.
Daha ağırı da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’ya yapıldı. Bakan Kaya polis eşliğinde sınır dışına çıkartıldı.

•••

Hollanda’nın yaptığı hiçbir diplomatik teamüle sığmaz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı pasaport taşıyan bir bakanına bu yapılamaz. Hatta elinde vizeli bir pasaporta sahip Türk vatandaşına da yapılamaz. Yapılmamalı.
Ama yapıldı. Artık TC kimliğine sahip vatandaşların Avrupa’daki yaşamları daha zor hale gelecektir. Bakanı dahi polis zoruyla sınır dışına çıkartanlar, sade vatandaşlara neler yapmaz ki?
Rotterdam’da aracı durdurulan kadın bakanın muhatabı düşük rütbeli bir güvenlik görevlisi oldu. Gerip dönüp gidin, dedikçe bakan “hayır” dedi:
-Geri dönmeyeceğim, kendi ülkemin toprağı olan başkonsolosluğumuza gireceğim!
Hollandalı polis şefi TC Bakanına savaştan kaçıp gelmiş Ortadoğulu bir sığınmacı gibi davrandı.
Böylesine aşağılanma kolay hazmedilen bir şey olamaz. Çünkü söz konusu olan Türkiye Cumhuriyeti’nin düşürüldüğü durumdur.
Kaya genç bir siyasetçidir. Onun inisiyatif kullanarak bu kâbus ortamından kendi başına çıkmasını beklemek doğru olmayabilir. Ama ona Rotterdam kaldırımlarında “direnişçi” olmak görevini verenler şapkalarını önlerine koyup düşünmek zorundadırlar.
İktidarlara geldiklerinde “Sıfır Sorun” üzerine inşa edeceklerini söyledikleri dış politikada on beş yıl sonra gelinen nokta hüzün vericidir:
-Ülkenin sıfırlanmış itibarı!...

***

Kimse Hollanda’ya sevinmiyor: Türkiye AKP’den ibaret değil!

Hollanda’da cumartesi (11 Mart 2017) gecesi yaşanan, diplomatik olduğu kadar insan hakları açısından büyük olan kriz bu ülkede yaşayan herkesi üzdü.
O gece televizyonlardan öylesine bir naklen yayınlar yapıldı, öylesine cümleler telaffuz edildi ki, bunları söyleyenler sanki Yeni Zelanda ya da Güneybatı Arjantin’deki Patagonya bölgesinde yaşıyorlarmış izlenimi verdiler.
Gösteri hakkı dediler.
İnsan hakları çiğnenemez dediler.
İfade özgürlüğü engellenemez dediler.
Bunların hepsi güzel hareketler.
Biz söyleyebiliriz. Zaten hiç dilimizden düşürmüyoruz.
Ama siz bunları nasıl telaffuz edebilirsiniz?
Hiçbir sıkılma belirtisi göstermeden…
TC Bakanı, konsolosluğa sokulmadı.
Hep birlikte söyleyelim:
-Çok kötü!
Peki TBMM’deki milletvekilleri Nusaybin’e sokulmadı.
-Bu daha da kötü.
Çünkü kendi ülkelerinde insanlara bunlar yapıldı, yapılıyor. Ve sizlerin hiç sesiniz çıkmıyor.
Geçelim bunları tamam…
Hem Dışişleri Bakanı hem de Aile Bakanı resmi ziyaret için değil, referandumda “Evet” propagandası yapmak için gittiler. Türkiye adına değil. Mensup oldukları parti adına…
Gitmeden önce de referandumda “hayır” diyecek olanların hepsini “terörist” ilan ederek…
Hayır diyecek olanlara ağız dolusu sövgüler savuranların, hiçbiri “affedersiniz” demeden dönüp çağrı yapıyorlar:
-Milli birlik ve beraberlik için tek yumruk olalım!
Gelin olalım. Edirne’den başlayalım. Türkiye’nin 3. büyük partisinin genel başkanı Selahattin Demirtaş’ı Edirne Cezaevinden alalım, Silivri Cezaevinden Cumhuriyet gazetesi mensuplarını, Kandıra’dan Figen Yüksekdağ’ı, Diyarbakır Belediye Başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’yı da katalım. Afişleri yırtılan, toplantılarına izin verilmeyen Meral Akşener’i de ekleyelim, sonra bildiri dağıtmaları her gün engellenen Haziran Hareketini, hapisteki 156 gazeteciyi çağıralım ve AKP’nin arkasında saf tutalım!
Olabilir mi?
Birlik atmosferi var mı bu ülkede?
Sözü bağlayalım.
Bizler ülkemizi seviyoruz ve savunuyoruz. Türkiye AKP’den ibaret değil.
Kimse Hollanda’da olanlara sevinmiyor.