5 Kasım 2015 Perşembe günü, California Berkeley Lisesi’nin 1500 öğrencisi ırkçılık ve şiddet karşıtı bir yürüyüş yaptı. Bölgedeki okulların ortak sözcüsü Mark Coplan basına şöyle bir açıklama yaptı: “Öğrencilerimiz korkuyor gerçekten de, çünkü bu mesajla tehdit ediliyorlar. Ve bu çılgınlığa karşı çözüm önerisi bulunan herkesi yanlarına çağırıyorlar.”

Söz konusu tehdit, okul yönetiminin araştırmaları sonucu kimliği belirlenen ama adı açıklanmayan bir öğrenci tarafından okulun sanal kütüphanesinin giriş sayfasında yapılmıştı. “Site Rehberi” başlığı “Arka bahçemde bir zenciyi astım boynundan!” cümlesiyle, “Berkeley Lisesi Kütüphanesi” başlığı da “Dünyadaki tüm zencileri gebertmeli!” ifadesiyle değiştirilmişti. Bu iğrençliğin zirvesi olan tehdit cümlesi ise bir alt satırdaydı: “Sonsuza Dek Ku Klux Klan Toplu Linç Eylemi. 9 Aralık 2015”

O 1500 öğrencinin yürüyüşe beyaz kukuletalı faşist soytarılar tarafından asılma korkusuyla katıldığını sanmıyorum; büyük olasılıkla uygar dünyada hâlâ böyle vahşi düşüncelerin var olmasından dehşete düşmüşlerdi. 5 Kasım günü de birbirlerine dünyanın hâlâ yaşanabilir bir yer olduğunu kanıtlamak için toplandılar.

Neyse ki çocuklar yalnız değildi; okul müdürü başta olmak üzere yetkili yetkisiz tüm yöneticiler ve aileler faşist tehdide karşı onların yanında yer aldı. Sonuç olarak tehdidin sahibi küçük faşist yakalandı, öğrenciler daha önce hiç yapmadıkları biçimde kenetlendi, 9 Aralık’ın ırkçılık karşıtı etkinliklerle dolu unutulmayacak bir gün olmasına karar verildi. Yani bir kötülük ortaklaşa bir iyiliğin yeşermesine yol açtı.
Bir de Berkeley çocuklarının yürüyüşünden on gün sonra Türkiye’de yaşananlara bakın; bu ülke terör kurbanlarının yuhalandığı bir vahşet coğrafyasına ne zaman dönüştü yahu?! Anadolu insanının içindeki potansiyel ‘sıradan faşist’i pervasızca dışarı salmasına imkân veren bu insanlık düşmanı zihniyet, polisin öldürdüğü Berkin çocuğun annesinin başbakan tarafından yuhalatıldığı gün başlayan bir süreç değil belli ki... Ama alabildiğine meşrulaştırılması tam da o güne denk düşüyor. Sonrası, yetkili yetkisiz tüm iktidar kurum ve organlarının onaylayarak önünü açtığı bir insanlıktan çıkma hâli -Paris saldırısı kurbanları için yapılan saygı duruşu yuhalanırken, son 13 yıldır yavaş yavaş insanlığından soyulan ülkenin o sırada stadyumda bulunan başbakanı gıkını bile çıkarmadı…

Bu ülke çok fena bozuldu. Biz Hrant’ın yasında buluşan muazzam topluluk, Suruç’a giden gençler, Ankara Garı’nın önünde buluşan insanlar ve dünyanın öbür ucundaki Berkeley Lisesi’nin çocukları sayesinde yalnız olmadığımızı biliyoruz elbet, ama bu ülke artık kendini ‘sünni-Türk olmayan herkes’ düşmanlığı, kadın düşmanlığı, çocuk düşmanlığı, eşcinsel düşmanlığı, sanat düşmanlığı, bilim düşmanlığı, solcu düşmanlığı, ateist düşmanlığı, doğa düşmanlığı, insanlık düşmanlığı üzerinden üretiyor ve tanımlıyor; ‘yüce-yiğit-mert Anadolu insanı’ söylemi mitolojik bir hikâyeden fazlası değil artık…

Buradan yola çıkıp enseyi karartmaya gerek yok tabii; onlarla var olmadık ki onlarsız yok olalım! Biz kendi kuşaklarımızı yetiştirmeye devam edeceğiz. Belki gün gelecek, bu ülkede üretilen kötülükten ortaklaşa bir iyilik yeşerecek. Diyelim ki yeşermedi, dert etmeyeceğiz; insan olmanın bilinciyle yaşamış olmak, ülkenin göğünü kaplayan çürük kokusunda payımızın olmadığını bilmek bile yetecek.