Ekonomik krize soktuğunuz ülke daha çok bağımlılık ağına sürüklediğiniz ülkedir. Elde kalan son kamu işletmelerinin haraç mezat yabancı şirketlere pazarlanması, mega projelerle rant yaratma politikası demek.

Ülkeyi bağımlılığa sürükleyen yol

Kur artışı, ekonomik kriz sadece dar gelirliyi mi vurdu yoksa Türkiye dış politikası da ekonomik krizden nasibini aldı mı? Türk Lirası’nın değer kaybı ülkenin uluslararası itibar kaybı anlamına gelir mi?

2022 bütçesinin Meclis’te tartışmaya açıldığı günden bu yana geçen 1 ayda Türk Lirası’nın yaşadığı değer kaybı bütçenin öngörülere uymayacağını apaçık gösteriyor. Sadece rutin giderler ve personel maaşları için bile ilave kaynak gerekli. Bu kaynağın yaratılmasının birkaç yolu var: Ya rezervlerinizden, birikim fonlarınızdan yararlanırsınız, ya maliyeti vergilerle çok kazananlara yüklersiniz ya da ülkemizde çoğu kez yapıldığı gibi bir yandan dış borçlanmaya gider bir yandan da dar gelirliye kemer sıktırırsınız. Yurttaşın kemer sıkmaya rıza gösterip göstermeyeceği bir iç siyaset sorusu, ama dış borçlanmanın maliyeti sadece bir iç siyaset sorusu değil.


KRİZ, BAĞIMLILIK KAYNAK SATIŞI

Emperyalizm çağında dış borçlanma eşittir bağımlılıktır. Bu denklemi Marksistler farklı tonlarda 100 yılı aşkın süredir tekrarlıyor. Hal böyle iken ülkenin “sadece iç sıkıntılar” la meşgul olduğu, dış siyasette dik durabilmek için bir müddet bu sıkıntılarla yaşamaya razı olmamız gerektiği söylemi fanatik bir parti tabanı için anlam ifade etse de gerçekte karşılığı yoktur.

Ekonomik krize soktuğunuz ülke daha çok bağımlılık ağına sürüklediğiniz bir ülkedir. Elde kalan son kamu işletmelerinin haraç mezat yabancı şirketlere pazarlanmasıdır, doğanın geri dönüşü olmayacak tahribine neden olacak mega projelerle rant yaratma politikaları demektir.

Aslında bu tabloya baktığınızda, Türkiye’nin uzunca bir süredir ekonomik kriz içinde olduğu söylenebilir: 8-9 yıldır dikiş tutmayan ekonomi son 5 yılda tamamen yönetilemez bir seviyeye gelmiş görünüyor.

Bir ekonominin ağır borçlanma sonucu varacağı en korkunç durum “Düyun-ı Umumiye rejimidir”. Yani borcunu ödeyemeyen ülkenin vergi ve gelir kaynaklarına el koyan bir alacaklı -emperyalizm - müdahalesi. Türkiye bu noktadan uzak görünse, hatta dış borçlanması milli gelirine oranla henüz kırmızı alarm verecek seviyede olmasa da başka açılardan büyük risklere açık bir ülke görünümündedir.

Kara günde kullanacak doğru dürüst bir fonumuz, rezervimiz kalmadı. Beşli çeteye dolara endeksli hortumla aktarılan milli rezervlerimizde metelik kalmaması az şey mi? Pandemi gibi olağanüstü şartlarda yurttaşlar için kullanılabilecek kaynakların olmadığını, olanın yandaş şirketlere ve nepotik ağlara aktarıldığını görmedik mi?

BAKANLIK, ELÇİLİK KURUMLARI NE OLACAK?

Tıpkı Düyun-ı Umumiye günlerinde olduğu gibi yöneticilerin şahsi çıkarlarından gayrı bir hesap yapmadığı şu günlerde, ülkenin dış politika ile ilgili ve dışarıda faaliyet gösteren tüm kurumlarının nasıl bir daralma yaşayacağını düşünelim.

Onlarca ülkede kalkınma yardımları yapan TİKA “Dolarla proje yapmıyoruz, projeleri Türk lirası ile sürdürelim mi?” diyecek. 70’i aşkın ülkede faaliyet sürdüren Maarif Vakfı yerel kaynaklarının yetmediği yerde hangi kaynaklara başvuracak? Yunus Emre Enstitüleri öğretmenlerine ve kiraladığı binalara ödemeyi TL olarak mı yapacak?

Çoğu kez mezhepçi, yayılmacı açılımlarla ülkenin komşularıyla ilişkisini bozan hükümetin aynı zamanda ne kadar pragmatik olduğunu bilmeyen yoktur. Yine öyle bir dönemdeyiz. 2016 Nisan’ında son Binali Yıldırım hükümeti programında zikredilen “az düşman çok dost” politikası bu kez kağıt üstünde kalmasın diye çaba sarf ediliyor gibi.

Ancak bu adımların Türkiye’nin derin bir ekonomik krizde olduğunun tüm dünya basını manşetlerine taşınmasından önce gerçekleşmesi gerekirdi. Şimdi Suriye, Libya, Mısır vb. birçok başlıkta duvara çarpıp geri dönmüş, üstüne dış kaynak arayışında olan bir iktidar olduğunu bilmeyen yok. Onun için düne kadar düşman olunan Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle kurulan ilişkide karşı tarafa neler verildiği, neler vaat edildiği tüm yurttaşların merak ettiği, sorguladığı bir durum.

Demek ki marifet ülkeyi krize sokmamakta imiş. Krize girdikten sonra kaynak bulmak için ilave tavizler, faturasını halkın ödeyeceği ekonomi için ek maliyetler yahut halkın kaynaklarının satışı gibi sonuçlar kaçınılmaz görünüyor.

GÜÇLER DENGESİ DİYENLERE ANIMSATMA

Uluslararası ilişkiler dendiğinde sadece güçler dengesi, tehdit algısı, caydırıcılık gibi kavramları anımsayanlar için acı bir anımsatma olmuştur bu yazılanlar. Ama Marksist emperyalizm teorilerini, Nkrumah’ı, bağımlılık ekolünü anımsayıp AKP hükümetinin içeride olduğu gibi dışarıda da ülkeyi nasıl açmazlara sürüklediğini göstermeye devam edeceğiz.