Ülkü Tamer için nakarat

Atları kim sevmez? Ne güzel varlıklardır. Özene bezene yaratıldıklarına hiç kuşkum yok. Kafalarından gövdelerine, bacaklarından yelelerine, sanki rüzgar tarafından yaratılmış gibi uçmaya hazırdırlar. Nazım Hikmet “Salkım Söğüt” şiirini atlar için değil, atından ve yolundan düşen eski yoldaşları için yazmıştır ama, “atları rüzgar kanatlılar” demeyi de unutmamıştır. Zira atların yoldaşlığı da “uzun yola çıkmaya hüküm giymiş”ler için bir rüzgar ve ateş yoldaşlığıdır. Necip Fazıl’ın atlara düşkünlüğü de bilinir. Adana’da bankada çalışırken bir toprak ağasının armağan ettiği atla işe gidip gelir. Ünlü “Ata Senfoni”sini de 1958’de Türkiye Jokey Kulübü’nün ısmarlaması sonucunda yazar. Yaşar Kemal “O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler” derken, atla insanın yoldaşlığını güzelce anlatır.

Ata şiir, senfoni yazan şairler var, bir de ata kupon yazan şairler var. Hem çeşitli konuşmalarda dile getirdiğim hem de çeşitli yazılarda değindiğim bir şey bu. Diyeceksiniz ki atın yok, araban yok, sana ne bundan? İşte tam da bundan ilgilendiriyor beni. At yarışı oynayan, kupon dolduran şairlerden bazılarını tanıyorum. Bazıları şiirimizin şimdiden büyükleri arasında yer alan yakın arkadaşlarım, bazıları yine şiirimizin özgün şairlerinden olan, şiirlerini okuyarak büyüdüğümüz ve etkilenerek yazdığımız büyük şairlerimiz, abilerimiz. Yalnızca şairler mi, değil, önde gelen şiir eleştirmenlerimiz de var ganyan bayilerinin önünde bülten okuyup at yarışı için kupon dolduranlar arasında.
Güvercin yarıştıranları çocukken Eskişehir’de görmüştüm, çatılarımız alçaktı ama güvercinlerimiz yüksekti, belki de şiirin, göğe bakma biçimlerinden biri olduğunun bilindiği ama söylenmediği o günlerde, güvercinleri şiir yerine uçuruyorlardı. Güvercin besleyenlerin, uçuranların iflah olmayacağı, uzun yaşamayacağı gibi bir inancı o günlerde duymuştum, öyleyse onların iflah olmaz birer şair ve güvercinlerin de şiirleri olduğunu düşünmem için çok nedenim vardı artık.

Sonra o güvercinleri şiir olarak gördüm. Nerelisin? Eskişehir’in çocuk göğünden. Böyle demiş olmalı beyaz kanatlarını çırparak güvercinler. Bir kitaba girmişlerdi şiir kılığında, kitaba kanat olmuşlardı, Soğuk Otların Altında’n göğün yüzüne çıkmaya hazırlanıyorlardı. Hem zaten güvercinler çok eskiden beri yeni şiirler değil miydi hep? ‘Güvercin donuna girmek’ten söz edilmiyor muydu masallarda, söylencelerde?

O güvercinleri Eskişehir’e, benim çocukluk göğüme yetiştirmişti işte Ülkü Tamer. “O eski bir güvercindi, gittikçe hatırlanan,/O eski bir güvercindi, uçması da iyiydi bana kalırsa,/O eski bir güvercindi, çünkü tenhaydı şehirler” de. Sonra bizi bir şiire, kitaba bırakarak gidiyordu “O eski bir güvercindi, bıraktı beni onlara,/ Götürmedi kanatlarından bir başka yalnız suya,/Geçti çocuk gölgelerinden, dönmedi artık,/Yapacak işleri vardı utanmaktan başka.”

Gök Onları Yanıltmaz diyordu sonra da, İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür diyordu, o zaman göğümüz de göğsümüz de genişliyordu. Bir şiir göğünü çocukluğa açıyordu. Çocuklar, serçeler, güvercinler, atlar, uçarlar, kaçarlar, konarlar, göçerler, yürürler, yüzerler kendilerine “Nuhun Gemisi” olan bir şiirde, Ülkü Tamer şiirinde yer buluyordu. İçimiz rahattı artık, göğe bakabilirdik, ama daha da güzeli göğe bakar gibi şiire bakabilirdik, birbirimize bakabilirdik, atlara bakabilirdik. O “Ben tenhalık diye serçeleri bilirdim” diyordu, biz de “Nuhun sevinci” diye Ülkü Tamer’in şiirini okuyabilirdik.

Atlara bakmaktan geliyorum. Edip Cansever’in Çağrılmayan Yakup’a üç kere söylettiği “Kurbağalara bakmaktan geliyorum” dizesini Ülkü Tamer için değiştirdim. O ünlü sinema oyuncusu “Gary Cooper için beş şiir” yazdı ve “Çocuklar Atlara Gülümserdi” dedi adına: “Atlar, atlar, atlar, atlar./Irmağın yanındaki haritadan geçen,/onun kalbine azgın bir çiçek koyan,/kanatlı çizmelerinin ucuna,/tabancasının ordaki ıssızlığa.Atlar,/atlar.” Son dize ise hem çocukluğu hem atları birlikte över, güzeller: “Çocukların yelesini taşıyan atlar.”

O atlar sonra Antep Neresi? kitabında “Atlının Türküsü” olacaktır: “Gece vakti Azrail’de yol uzun/Yürü atım rahvan atım tez yürü”.

Yerin göğün şiirini yazdı Ülkü Tamer. Çocukluktan, yani şiirin anayurdundan fazla uzaklaşmadan. Atların güzel yeleleri kadar güzel adları da vardı. Yarış bültenlerini şiir gibi okudu ve atların güzel adlarını o bültenlerde nakarat gibi yineledi. Nakarat sözcüğü kendiliğinden çıkıp geldi bu yazıya, içinde at geçen dize diyelim. Onların koşmalarını çok sevdi, hangisi daha hızlı koşuyor diye baktı, uzuuuun zaman şiir yazmadı, sanırım atlara bakmayı şiire bakmak olarak gördü. Salihli Şiir İkindileri’nde onur konuğu olduğu yıl kuponuna ortak olmuştuk 7 şair 20’şer lira vererek. Altılıyı tutturmuştu, payımıza 175’er lira düşmüştü. ‘Atlara bakmak’tan geliyorduk hep birlikte.

Şairlerle ilgili yazı ve konuşmalardan aldığım telifleri, Nar için ‘baban şiirden para kazanıyor kızım’ diye saklıyorum. Fakat ‘Ülkü Tamer’le at yarışından kazandığım para’ yazılı zarfın içi çocukluk, sevinç, gökyüzü, atlar, serçeler dolu. Nar o zarfı açtığında atlar, kuşlar, şiirler birbirleriye yarışarak göğe koşacaklar, çünkü Gök Onları Yanıltmaz! Ülkü Tamer’in şiirine inanırız.