Sol Parti Federal Milletvekili Ulla Jelpke, Almanya'nın, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Gülen Cemaati'nin yeni karargâhı olduğunu, FETÖ mensuplarının çoğunun Almanya'ya kaçtığını söyledi. Jelpke, 2016'dan sonra Türkiye'den Almanya'ya yapılan, artan iltica sayılarına dikkat çekti. Jelpke, Federal Hükümet'in Suriye'deki İslamcılara da destek verdiğini iddia etti.

Ulla Jelpke: Almanya, Gülen Cemaati'nin yeni karargâhı

Ezgi GÜNEYTEPE / ALMANYA

Alman devleti tarafından finanse edilen, Berlin’de üç büyük dinin bir arada hizmet vereceği “Hause of One” projesinde Müslümanları temsilen Gülen Cemaati yer alıyor.

Bu projeyle birlikte Alman devleti ve Gülen Cemaati ilişkileri yeniden gündeme geldi. Konuyu Die Linke (Almanya Sol Parti) Federal Milletvekili, gazeteci olan Ulla Jelpke ile konuştuk.

Jelpke, Federal Hükümet'e danışmanlık yapan Federal Bilim ve Siyaset Vakfı'nın bir araştırmasında Gülen Cemaati'nin Türkiye'deki siyasi gündemine yıllar önce dikkat çektiğini belirtti. Buna rağmen Türkiye'deki darbe girişiminin arkasında Gülen Cemaati'nin olmadığını iddia eden Alman Dış İstihbarat Servisi (BND) Başkanı Bruno Kahl, Gülen Cemaati'nin "laik ve dini eğitim için sivil bir örgüt" olarak göstermeye devam ediyor. Federal Hükümet de FETÖ mensuplarını hâlâ "Ilımlı Müslaman" olarak tanımlıyor. Peki Almanya, FETÖ mensuplarına neden sahip çıkıyor? Sol Parti Federal Milletvekili Jelpke söyleşimizde, bu soruya yanıt aradık.

>> FETÖ'nün Almanya'da (Diyalog Vakıfları ile işbirliği içinde) okulları olduğu biliniyor. Keza bir çok vakıf ve eğitim etütlerinin cemaatle ilişkisi olduğuna dair işaretler var. Almanya'da Fetöcülerin kurumları, okulları ve yapıları hakkında ayrıntılı bilgiye sahip misiniz? Cemaat, Almanya‘da nasıl bir toplama sahip?

Maalesef bunu size tam olarak söyleyemem. Çünkü Gülen Cemaati'nden bu konuda bilgi almak mümkün değil. Şeffaf olmayan ve örtbas etmeye dayalı bir yöntem izliyorlar. Ayrıca Alman hükümeti tarafından da konuya dair verilen bir genel bilgi yok. Meclise soru önergesi verdiğimde ya cevap alamıyorum ya da Gülen Cemaati'nin Alman Anayasa Koruma Örgütü tarafından izlendiği söyleniyor. AKP'ye bağlı SETA Vakfı'nın Almanya'daki “FETÖ” yapıları üzerine yaptığı bir araştırma var. Fakat bu araştırma Türk hükümeti çıkarları çerçevesinde olduğu için, güvenilirliği konusunda şüpheler var. 2013'ten sonra ve özellikle 2016 yazından itibaren Türkiye'de yaşanan gelişmeler nedeniyle Almanya'daki bazı Gülen kurumları ya isimlerini değiştirdi ya da (hareketteki birçok medya organı gibi) gelir yetersizliği nedeniyle yayınlarını durdurdu. Gülen Cemaati'nin -ya da kendi deyimiyle Hizmet hareketinin- alenen görünen tek yapısı, bildiğim kadarıyla bugün temsilcisi Ercan Karakoyun ile birlikte Diyalog Vakfı. Daha önceki sorularıma yanıt olarak, Alman hükümeti Ercan Karakoyun ile birkaç kez görüştüğünü kabul etti. Gülen hareketinin bir taktiği, tabiri caizse, örgütün geri kalanını çok belli etmemek adına, vakıf üzerinden resmi bir kimliğe sahip olmak.

"KENDİLERİNİ KURBAN OLARAK GÖSTERMEYE BAŞLADILAR"

>> Almanya'da Gülen Cemaati'nin ılımlı bir İslami topluluk olarak görüldüğü izlenimi söz konusu. Konuya ilişkin akademik çalışmalar dahi var. Gülen Cemaati toplumda nasıl algılanıyor ve Alman devleti bu cemaati nasıl değerlendiriyor?

Almanya'daki Gülen Cemaati uzun bir süre ana akım medyası tarafından eğitimli, hoşgörülü ve kozmopolit Müslümanları topluluğu olarak tasvir edildi. Radikal cihatçı akımların tersine, “iyi entegre model Müslümanlar” olarak tanımlandı. Genellikle bu tür bilgiler, Gülen Cemaati'nin yetenekli bir algı yaratma çalışması sayesinde oldu. Gazeteciler Türkiye'ye veya Almanya'da gözlerinin boyandığı festivallere davet edildi. Hemen hemen tüm partilerden bir dizi politikacı, üniversite öğretim görevlileri, ilahiyatçı dernekler ve etkinliklerine destek için Gülenciler tarafından ikna edildi. Genellikle yardımsever ama saf insanlar, örneğin büyük bir gazetede olumsuz bir makale yayınlandığında, eleştirmenlere karşı hareket için koruyucu bir kalkan olarak kullanıldı. Bu algı 2013 sonunda Erdoğan ile Gülen arasında yaşanan kırılma ve asıl olarak 2016'daki darbe ile değişmeye başladı. Bu tarihten itibaren medyada da eleştirel haberler yer almaya başladı. Gülen hareketinin Alman orta sınıfından dostlarının çoğu kendi kariyerleriyle ilgili endişelerinden de kaynaklı hareket ile arasına mesafe koydu. Gülen hareketi de taktik değiştirerek kendilerini, 'Erdoğan rejiminin zulmüne maruz kalmış demokratik muhalefetin kurbanları' olarak sunmaya başladı.

2017 yılında Alman Dış İstihbarat Servisi (BND) Başkanı Bruno Kahl, 2016 yılında Türkiye'deki darbe girişiminin arkasında Gülen Cemaati'nin olmadığını iddia etmişti. Kahl, Gülen Cemaati'nin "laik ve dini eğitim için sivil bir örgüt" olduğunu söylemeye devam etti. Açıkçası, BND Başkanı bu hareketi kamuoyu önünde aklamak istedi. Aslında Federal Hükümet´e danışmanlık yapan Federal Bilim ve Siyaset Vakfı'nın bir araştırmasında Gülen Cemaati'nin Türkiye'deki siyasi gündemine yıllar önce değinilmişti. Bir Alman istihbarat şefinin bunu bilmemesi pek inandırıcı değil. Ve 2018'de darbe girişiminden sonra “Der Spiegel” dergisinde İstanbul'daki Alman Konsolosluğu tarafından Gülen Cemaati'nin devlete sızmış ve organize suçları hatırlatan tehlikeli bir örgüt olduğunu bildiren bir haber yayımladı. Federal Dışişleri Bakanlığı, eldeki bilgilere göre, Türkiye'deki darbe girişimine Gülen Cemaati mensuplarının katılımının göz ardı edilemeyeceği sonucuna varmıştır. Bu elçilik raporu muhtemelen kamuya açık değildi fakat “Der Spiegel” dergisine sızdırılmıştı. Yine de Federal Hükümet, Gülencileri "ılımlı İslamcılar" olarak göstermeye devam ediyor.

ulla-jelpke-almanya-gulen-cemaati-nin-yeni-karargahi-884378-1.

"ALMANYA GÜLENCİLERİ TEHLİKELİ BULMUYOR"

>> Alman kurumlarının böyle bir cemaate yakın durması ve onu muhatap almasının nedenleri ne olabilir ? Neden göçmenler ile irtibat dini kuruluşlar üzerinden yürütülmekte? Örneğin, Berlin'de üç büyük dinin birlikte hizmet verdiği “House of One” (Birinin Evi) açılışı. Bu tür dini hareketler neden devlete çekici geliyor?

Almanya'daki Gülen Cemaati muhtemelen kamu güvenliği için tehlikeli bulunmuyor. Gülencilerin gerici siyasi gündemlerini uygulamak için Türkiye'de olduğu gibi devleti büyük çapta yıkmaya çalıştıkları izlenimi yok. Oysa Gülenciler, bu tarikatın pençesine düşen, ışık evlerinde beyinleri yıkanan ve imamın itaatkar askerleri olmak üzere eğitilen gençler için büyük bir tehdit oluşturuyor.

Verdiğim soru önergesine yanıt olarak, Federal Hükümet bu hareketin Türk siyaseti ve iş dünyasında sahip olduğu iyi ilişkiler nedeniyle, Almanya ve Türkiye'de Gülen'e yakın iş dünyası dernekleriyle çalıştığını bana doğrulamıştı. Bu iş birliği, Erdoğan ile Gülen arasındaki anlaşmazlıktan sonra sona erdi. Ancak kendi açıklamalarına göre, Federal Hükümet bu hareketin temsilcileriyle temas halinde olmaya devam ediyor.

Bildiğimiz kadarıyla, 2016'daki başarısız darbe ve ardından Türkiye'de Gülen taraftarlarına yönelik kitlesel takibin ardından Almanya, Gülen hareketinin yeni karargâhı oldu. Hareketin mensuplarının çoğu buraya kaçtı. Federal Göç ve Mülteciler Dairesi'nin Türkiye'den gelen sığınmacıların ilticalarının tanınmasına ilişkin rakamlarına bakarsak, Türkler ve Kürtler arasında açık bir fark görüyoruz. İlkinin yalnızca yaklaşık yüzde 15'i tanınırken, ikincisine vakaların yüzde 75'inden fazlasında koruma statüsü verilmektedir. Türk mülteciler sadece Gülenci değil elbette solcular ve Barış Akademisyenler de var. Ancak kendilerini Türk olarak gören mültecilerin çoğunluğunun sözde ve gerçek Gülen destekçileri olduğunu varsayabiliriz. HDP’lilere yönelik yoğun baskıya rağmen Kürt mültecilerin koruma statüsü almaları daha zor. MİT ve Diyanet -DİTİB- imamlarının Gülen'e yakın dernekleri ve Gülencileri gözetlediği ortaya çıkınca, Federal Hükümet Ankara'da protesto edip Almanya'da olaydan etkilenenleri uyardı. MİT faaliyetleri Kürt veya komünistlere yöneltildiğinde bu tür uyarılar nadiren yapılıyor. Haklı olarak, Berlin'de Federal fonlardan 20 milyon avro ve Berlin bütçesinden 10 milyon avro ile desteklenen dinler arası bir proje olan House of One'dan bahsediyorsunuz. Gülen'e yakınlığını gizlemeyen Diyalog Vakfı, bir Protestan topluluğu ve Yahudi dernekleri tarafından da desteklenen bu projenin Müslüman ortağıdır. Hatta bu proje bugün Gülen Cemaati'nin kendisini dış dünyaya diyaloğa açık bir Müslüman grup olarak tanıtması ve böylece muhafazakâr siyasi gündeminden uzaklaşması için büyük bir vitrin projesi olduğu bile söylenebilir.

Gülen Cemaati için “House of One” 2016 askeri darbesine karışmasıyla zedelenen imajını Türkiye'de ve Almanya'da da restore etme şansıdır. Darbedeki rolleri nedeniyle Türk kökenli Müslümanların çoğu tarafından bile dışlanan İslami bir tarikat olarak Gülenciler, bir Müslüman temsilcisi olarak dinler arası diyaloğu yürütmek ve Müslümanları temsil etmek için bence hiç uygun görünmüyor. Ama bu benim alanım değil, çeşitli dini akımlar ve insanlar bunu kendi aralarında halletmelidirler. Benim eleştirim, 2013 yılına kadar Türkiye'de muhaliflere yönelik kitlesel baskıda bulunan bir tarikatın “House of One” ile birlikte devlet desteğiyle bağlantılı Gülen tarikatının aklanmasına yöneliktir. Bununla kalmayıp aynı zamanda askeri güç kullanmaktan ve Türk meclisini bombalamaktan çekinmeyen bir gruptan bahsediyoruz.

Devletin zaten Gülen Cemaatine özel bir ilgisi olduğu ortaya çıkıyor. Bence Federal Hükümet, Erdoğan'ın ardından Türkiye'de bu hareketi bir süre daha sıcak tutmak, ardından Gülencilerin de yardımıyla Türk siyasetini ve ekonomisini yeniden etkilemek istiyor. Ve daha şimdiden, eğer Türk hükümeti DİTİB ve Bozkurtlar etrafındaki ajan yapılarıyla Alman siyasetini etkilemeye çalışırsa, Federal Hükümet Gülen cemaatini Ankara'ya karşı bir baskı aracı olarak kullanmayı düşünüyor olabilir.

"ALMAN SİYASETÇİLER DİNİ DERNEKLER ÜZERİNDEN OY İSTİYOR"

>> İsimleri zaman zaman Gülen Cemaati ile birlikte anılan Alman siyasiler var. Bu cemaat, siyasetçiler için neden bu kadar önemli olabilir?

Erdoğan ile Gülen arasındaki kopuşa ve en geç 2016'daki darbe girişimine kadar, Almanya'dan çeşitli partilerden bir dizi politikacı, örneğin Gülen'e bağlı bir danışma kurulu olarak bu hareketi aktif olarak desteklemişti. Bu tür açık destek artık çok yaygın değil. Siyasetçiler ile Almanya ve Gülen hareketi arasındaki böylesi bir iş birliğinin temelinde oportünizmle birlikte cehalet ve saflığın bir karışımı yatıyor. Bir danışma kurulundaki bir pozisyona veya bir etkinliğe isimlerini veren politikacıların, Gülen hareketinde kiminle uğraştıkları tam olarak bilmemektedirler. Gülencilerde bir aldatmaca ustası oldukları için, çoğu zaman bu tarikata mensup olduklarını inkar ederler ve muhataplarına duymak istediklerini söylerler. Ancak Almanya'daki hemen hemen tüm partilerden politikacılarla, İslamcı dernekler veya bozkurtlar yelpazesinden derneklerle oportünist ilişkilerin geliştirildiğini deneyimliyoruz. Alman siyasetçiler ve partiler Türk Müslümanlardan oy almak istiyorlar ve bunu DİTİB, ATIB ve Milli Görüş gibi ilgili dernekler veya Gülen hareketi aracılığıyla yapmaya çalışıyorlar. Gülen hareketi ile Türkiye'de uzun yıllar AKP ile birlikte muhaliflerine baskı uygulayan ve hapse atan bu hareket, şimdi kendisini Erdoğan'ın bir kurbanı ve AKP-MHP rejimine karşı demokratik görünen bir muhalefet olarak sunmaya çalışıyor. Türkiye'deki insan hakları durumunu dürüstçe iyileştirmek isteyen bazı Alman politikacılar, şimdi Gülencileri müttefik olarak görüyor ve daha önceki insan hakları ihlallerini görmezden geliyorlar.

>> 1970'lerden itibaren özellikle Türkiye kökenli göçmenler cemaat-tarikat yapılarına terk edilmiş durumda. Bu tarikatlar son derece aktifler. Muhalefetin buna yeterince tepki verdiğini düşünüyor musunuz?

Bu aynı zamanda Alman hükümeti ve Alman devletinin yanlış veya daha doğrusu uzun vadeli entegrasyon politikası eksikliğinin bir sonucudur. Uzun bir süre özellikle Türkiye kökenli göçmenler, Almanya'da bir süre kalacak olan sözde “misafir işçi” olarak görüldü. Buna göre Alman televizyon ve radyolarında bu kişiler için Türkçe programlar yapılmaya veya başka bir şekilde bütünleştirilmeye çalışılmamıştır. Bu boşluğu Türkiye'den televizyon ve gazeteler ile Milli Görüş, DİTİB ve daha sonra Gülen hareketi gibi az çok hükümete bağlı dernekler doldurdu.

Çoğunluğu bugün burada yaşayan üçüncü kuşak olan ve sıklıkla Alman vatandaşlığı almış olan göçmen işçiler, devlet ve toplum tarafından ırkçı dışlanma ve ayrımcılığa maruz kalmaktalar. İslamcı cemaatler, Gülen hareketi veya Bozkurtlar gibi gerici dernekler, bazen tarikat benzeri yapılar da bu durumdan yaralanıyorlar. Gülen Cemaati, özellikle okulları ile birlikte, Alman eğitim sisteminde göçmen kökenli çocuk ve gençlerin çoğu zaman dezavantajlı durumda olmaları gerçeğinden yararlanarak onlara kendi kurumlarında iyi bir eğitim verme iddiası ile ortaya çıkıyor.

Gülencileri burada iyi okullar açmakla suçlayamayız, bunun yerine Almanya'da fırsat eşitliği yaratmayı başaramayan Alman eğitim sistemini eleştirmek zorundayız. DİTİB gibi doğrudan Türk hükümetine bağlı İslami derneklerin Alman okullarında İslami öğretimi etkilemesini kesinlikle saçma buluyorum. Uzun süredir Türk İslam dernekleriyle iyi ilişkiler içinde olan CDU başkanı ve şansölye adayı Amin Laschet yönetiminde DİTİB'in Kuzey Ren-Vestfalya'da İslami derslere erişebilmesi gibi. Veya başka bir örnek: İsminin aksine, Almanya'daki Müslümanların yalnızca küçük bir azınlığını temsil eden Müslümanlar Merkez Konseyi, Federal Hükümet ´in hoş karşılanan bir diyalog ortağıdır ve ayrıca resmi ırkçılık karşıtı etkinliklerde yer alır. Ancak Merkez Konseyi'ndeki en güçlü üye dernek, bozkurtlara ait olan Türk İslam Derneği ATIB'dir. Büyük ölçüde faşistlerden oluşan bir derneğin ırkçılıkla mücadeleye nasıl ortak olabileceğini anlamıyorum.

ALMANYA'NIN İSLAMCI ÖRGÜTLERLE BAĞLANTISI

>> Almanya'nın İslamcı örgüt ve topluluklarla tarihi bağları olduğunu biliyoruz. Şu anda dış politikada da bu tür gruplarla bir bağlantı var mı?

Kesinlikle. Bunu özellikle, grupların büyük bir kısmının Federal Hükümet ve Alman merkez medyası tarafından "muhalefet" veya "isyancı" olarak adlandırıldığı ve Başkan Esad hükümetine karşı önderlik ettiği Suriye'deki savaşla bağlantılı olarak gözlemleyebildik. Suriye'deki Kürtler'e karşı da savaşıyorlar, gerçekte Müslüman Kardeşler'den ve hatta El Kaide'den cihatçı ve İslamcı kuruluşlar bunlar. Suriye'de iç savaşın patlak vermesinin ardından Federal fonlardan finanse edilen SWP Vakfı, Esad'ın düşmesinden sonra olası bir iktidarı ele geçirme olasılığına ilişkin Suriyeli muhaliflere bir dizi eğitim kursu düzenledi.

>> Son olarak, Gülencilerin Alman Devletinin herhangi bir yapılanmasında aktif rol alabilmeleri mümkün mü?

Gülen hareketinin Almanya'daki devlet yapılarına geniş çapta sızma ve geçmişte Türkiye'deki gibi paralel bir devlet kurma girişimlerini görmüyorum. Tek tek Gülen yandaşlarının da devlet kurum ve kuruluşlarında çalıştığını göz ardı edemem. Örneğin, Gülencilerin, kendileri gibi kaçan ve benzer düşünen insanlara daha çok yardım edebilmek için Federal Mülteciler ve Göç Dairesi'ne girmeye çalışacaklarını düşünebilirim. Başarabilirlerse, bunlar istisna vakalar olur. Elbette Gülen yandaşlarının, diğer gerici ama aynı zamanda ilerici ve demokratik derneklerin destekçilerinin yaptığı gibi, göç konseylerine veya belediye organlarına seçilmeye çalıştıkları münferit durumlar da vardır ama bu bir devlet aygıtına sızma olarak algılanamaz.