Baştan söyleyeyim, maksadım moral bozmak değil, elbette “güneşli günler göreceğiz çocuklar” diye yazmayı çok severim. Ve göreceğimizden de eminim.

Herkesin haliyle seçim konuştuğu şu günlerde, neyse ki, “seçim propagandası” gibi bir yükümlülüğüm yok. Sıradan bir seçmenim ve önüme konulanlardan birisini seçeceğim. Temennim: HDP barajı aşsın, CHP çok oy alsın, AKP tepetaklak olsun.

Seçim sonrası için tahminim?

Geçen gün internette okudum, eskiden haritalara, ötesine geçemedikleri, kendisini de pek bilemedikleri topraklara “Ultima Thule” yazarlarmış. “Buradan sonra her şey olabilir, ejderhalar bile” anlamında. Bu yüzden antik haritaların kenarlarında ejderha resimleri varmış.
Seçimler sonrası böyle mi olacak? Açık faşizm mi, yani cehennem mi? Zaten cehennemdeysen, artık ejderhadan niçin korkacaksın ki?
AKP cenahı gidici olacağını, bu ihtimalin arttığını görüyor, biliyor ve korkuyor, ama gidişleri (Erbakan Hocalarının deyimiyle) “kanlı mı olacak kansız mı”; işte onu biz bilemiyoruz da, düşmemek için her türlü melanete tutunabileceklerinin, iç savaş bile çıkartabileceklerinin farkındayız, çünkü ellerindeki kana baktıkça aklımıza hep bu geliyor.

Çünkü çok korkuyorlar, bu yüzden de korkutuyorlar.

Korkunun seçim sonuçlarına faydası yok. Güç ile iktidar aynı anlamdaysa, kazanan kendini güçlü sayacak.

Güç bazen gösterilen değil “hissettirilen” şeydir. İnsan korktuğuna karşı önlem alır. Ama ürktüğü karşısında çaresizdir. Çünkü görmediğin ama sadece hissettiğin şeyden ürkersin. Bizi korkutmaktan daha çok ürkütmek, sindirmek peşindeler. Şimdi, seçim öncesinde, ürkeklik atmosferi de yaratıyorlar. Sanki beklenmedik yerde beklenmedik anda “bir şeylerin” olması bekleniyor. Bekleniyor! Televizyon ekranlarından her vesilede fısıldanıyor bu ürkeklik. Yüklemişler katırlarına altın varaklı fincanlarını saraylarına taşıyorlar, hep böyle gider sanıyorlar.
Demek ki ürkmemek lazım. Üstelik fincancı katırlarını ürkütmek de lazım.

Kuşkusuz inişli çıkışlı ve epey virajlı bir güzergâh var. Ve bu yoldaki siyasi tercihler, en azından bizler bakımından, matematik problemi çözer gibi basitçe toplama, çıkarma, çarpma ve illa ki “bölme” işlemleriyle olmayacak! Yani, sol güçlerin bölünmemesi, toplanması lazım, çarpışmaması lazım. Ama toplumsal muhalefet, aritmetik değil de tabiri caizse “geometrik” bir alanda yer alıyor! O halde hesaplama şöyle olmalı: Çıkmaza girildiğini gördüğümüz yerde, çözüm alanını genişletmek!

Madem seçim propagandası dönemindeyiz, seçime katılmasak da propagandamızı yapayım: Birleşik Haziran Hareketi, çözüm alanını genişletmektir!

Bu toplumda “günü kurtarmanın” bir yolu mutlaka bulunuyor, ama günü kurtarmak adına biteviye gelecek heba edilmemeli. Yani gelecekte atılabilecek adımlar adına, çürümeye karşı direnen sağlıklı dokular haziranlaşabilmeli, ayakta kalabilmeli, dik durabilmeli.

(Çünkü siyasette bazen diklenmek yetmez; “dik durmak” daha da önemli bir şart haline gelebilir. Hayatının belli döneminde diklenmiş olabilirsin, ama hayat bilançon çıkarıldığında hayat boyu dik durabildin mi, ona bakarlar devrimcilik kitabında… Şu günlerde, nedense, dönüp dönüp 2007 seçimlerinde Ufuk Uras “bağımsız-bağımlı” adaylığını ilan ettiğinde yazdıklarımı okuyorum. Allah hiçbir arkadaşımın sonunu onunki gibi yapmasın. Âmin.)

Müneccimlik yapacak mecal yok hiç kimsede. Ultima Thule noktasındayız. Karanlık. Ama karanlıkta hiç olmazsa kara mizah zirve yapıyor işte.

Yani iktidar cenahında her şey Kahpe Bizans filminde Mehmet Ali Erbil’in söylediği şarkıdaki gibiyse, öyleyse; “hale, lale ve jale” yanı sıra “genel istek” üzerine o şarkıyı bir kez daha (ve umalım son kez!) dinleyelim:
“imparator olmayı canım, kolay mı sandın? /  dünyaya kazık çaktım, duyulsun adım. / kral da benim, sultan da benim/ bin kere ölsem yine gelirim. / zayıfı da ezerim rüşvet de yerim/ tüm sofralarda hazır yerim./ ne demek sevgi ne demek dostluk/ benim kendimden başka dostum yok./ ne halkı takarım ne fakire bakarım/ keyfimi bozanın anasını satarım.”