Son zamanlarda AKP iktidarının iyice hırçınlaştığı ortada ya, kabul etmek zor! Örneğin Uludere olayında katliamların, ölülerin arkasını arayanlara  “ölü seviciliği” yakıştırmak nasıl bir şeydir! Gazeteciler için- velev ki, bağımlılık anlamında söylenenlerde hakikat payı bulunsun- “tasma takmak” gibi bir tabir kullanmak, nasıl bir dildir!  “Her kürtaj Uludere’dir” gibi bir söz nasıl söylenir? Ya ölen onca insanın “figüran” yerine konulması?

Bu saldırgan söylem, bu kestirip atan tutumların, kendi gücüne iman edenlerin bunu kabul etmeyenlere karşı duyduğu öfkeyi yansıttığını düşünsek de, demokrasiyle ilgisi olmayan bir ”otokratik” yönetim anlayışına işaret edişi var ki, hiç hayra alamet değil!

Neden böyle? Bir kere demokrasi anlayışlarının yetersizliği baştan belli! Sonra üçüncü kez iktidara gelmiş olmaktan son seçimlerde yüzde elli oy almaya; karşı çıkması muhtemel kesimlerin ya tasfiye edilmiş, ya da kendine bağlanmış olmasından en güçlü muhalefet partisinin ona laf yetiştirmekle meşguliyetine; solun dağınıklığından sokağa dökülen muhalefetle birleşmekteki beceriksizliğine kadar uzanan daha birçok neden var. Bunların ötesinde dayandığı muhafazakar toplum yapısı ile kapitalist düzen var ki,  bir yandan onlara yaslanıp, öte yandan onları besleyip büyüttüğünden bu “al gülüm ver gülüm “çarkı da dönüp durmakta.

Bu koşullar altında, demokrasi kisvesi altında “ben nasıl istersem” zihniyetiyle oyunlar yazılması da kolaylaşıyor. Örneğin güçler ayrılığı hikaye olmuş: Yalnızca 4+4+4 örneği bile iktidarın ve demokrasinin işleyişini anlamak için yeter!

Şimdilerde, hava yollarında grev yasağına ihtiyaç var! Sonra kürtaj yasağını getirmek gerekiyor!  Poşu takmak suç olduğuna göre, kılık kıyafetlerin yeniden düzenlenmesini de bekleyebiliriz! Hocaların değilse de öğrencileri epeyce hareketlendiği görülüyor;  onların da zaptu rapta alınmasına ihtiyaç var.

En önemlisi, Başbakan’ın, “başkanlığa” hazırlanması tabii. Şimdi kollar bunun için sıvanmakta! Yani Meclis’in gündemi belli.

Toplum  başkanlık istemiyormuş; kimin umuru! AKP ve Başbakan istiyor! Kadınlar kürtaj hakkımız diyorlarmış; kim dinler! Sağlık Bakanı  açıkça, “kadınların görüşü bizi bağlamaz” buyurmuşlar!

Sonra bu “demokratikleşme” oluyor!

Gelelim “her kürtaj Uludere’dir” deyişiyle başlayan polemiğe.... Söylenen çok kışkırtıcı ve vahim; konuşmamak da kolay değil. Ancak,  Başbakan’ın hep yaptığı gibi gündem belirleyen konuşmalarına takılmak ve durmadan onu çoğaltmak yerine, bunların ne anlama geldiğini düşünmek bana daha yerinde geliyor.  Bu söylenenlere baktığımda da, bir yandan Başbakan nazarında kadının yerini görüyor, öte yandan Uludere katliamını gündemden çıkarmak, ya da en azından olayın vahametini muhafazakar kesimin vicdanında “hafifletmek” istediğini anlıyorum.

-Uludere’den bakarsak, Ortada, 34 kişinin bombalanması gibi, bu toplumun son zamanlardaki en büyük yarası ve ayıbı olan bir konu var. Bunun üstünü örtmek mümkün değil ya, bir hükümetten de örtmesi değil, ancak açığa çıkarması beklenir.  Yani, tabii, seçimden, milletin vekilliğinden, demokrasiden söz ediliyorsa!

Uludere ile ilgili ilk yazılarımda, Uludere’ye giderken duyduğum en yoğun duygunun utanç olduğunu yazmıştım. Böyle bir katliamın, bu tür olayların olduğu bir toplumda yaşamanın utancıydı bu; bunlara bir son verememenin utancı! Hala utanıyorum; tek umudum, bugün sessiz kalanların da gün gelip bu utancı paylaması!

-Söylemin bir de Kürtajı cinayetle eş tutan yanı var; kadınlarla ilgili olanı! Kadınların bu söyleme isyan ettikleri ortada da, ne işe yarayacak diye sormadan edemiyorum.

Kadın erkek eşitliğine de, toplumsal eşitlik politikalarına da inanmayan, aldırmayan bir iktidar karşısında olduğumuz anlaşılmıyor mu? Kadını, ailedeki rolüyle ele almaya, o rol çerçevesinde güçlendirmeye yönelik bir yaklaşımları olduğu ayan beyan değil mi? Lise çağında evliliğin kabulü, üç çocuk istemi, kürtaja karşıtlık, eğitim sistemindeki değişiklikler ne gösteriyor? Bir yandan dindar nesil istenirken, kadına münasip görülen de eve, aileye kapatılması değil mi?  Bakınız;  çalışan kadınlarda artan boşanma eğilimi, ya da kadının çalıştığı ailelerde çocuğun mağduriyeti üzerine araştırmalar, sonuçlar dökülüyor ortaya!  

Öyleyse sormak gerekiyor; kadının siyaseti nerede; ne; nasıl? Hani, toplumun yarısıydık? Hani siyasette ve karar organlarında eşit temsil istiyorduk? Hani demokrasi ve eşitlik bizim için önemliydi?

Biliyorum, dün de , bugün de sesini çıkaran kadınlar, kadın örgütleri var; doğru ve anlamlı şeyler de söylüyorlar. Ancak yaşanan gelişmelere bakılınca, bir yararı olduğunu düşünmek zorsa, kadınlara da bir muhasebe yapmak düşüyor! Bu iktidarla işbirliği mi; yoksa siyaseten bir karşı duruş mu?

Yaparlar mı; bilemem! Ancak, aslında siyasete katılmak böyle bir şey! Hem muhasebeler hem tavır almalar gerektiriyor. Tabii, partiye değil de siyasete katılmak istendiğinde! 

Şimdi ise, kadınlar adına bir gelişme isteniyorsa hem daha güçlü bir birliktelik sağlamaya hem de bugünkü politikalara karşı bütünlükçü bir “hayır” sözüne ihtiyaç var diye düşünüyorum. Bakalım, göreceğiz!