Hayatınız durup dururken ve hiç beklemediğiniz şekilde evinizin önüne düşen bombalarla değişse ne yapardınız?

Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Kuşkonar ve Koçağılı köyleri, 26 Mart 1994’te savaş uçaklarıyla bombalandı.

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait F-16 uçaklarıyla yapılan bombardımanda 38 kişi öldü, onlarca kişi yaralandı. Erkeklerin çoğunluğu gündüz tarlada çalıştığından ölenler çoğunlukla kadınlar, çocuklar ve yaşlılardı. Evleri de büyük zarar gördü, hayvanları öldü. Köy bombardımandan sonra yaşanmaz hale geldi. Köylüler kalan eşyalarını apar topar toplayıp köyden kaçtılar, bir daha da geri dönmediler.

Köylüler, üzerlerinde uçan uçakları duyduklarını ama olayın kendileriyle ilgisi olduğunu düşünmediklerini, bombalanmayı hiç beklemediklerini anlattılar:

“Koçağılı üzerinden önce helikopter geçerken işaret verici bir şey attı. Sonra iki jet ayrı ayrı dörder tane toplam sekiz tane ve bir insandan daha büyük bombaları bıraktılar. Aynı zamanda jetler tarafından köyümüz tarandı. Atılan bombadan evimiz çöktü. Annemle kızım öldü. Eşim Behiye başından yaralanmıştı. Bugüne kadar doktorlara gitmemize rağmen iyileşemedi. Üvey annem de iyileşemedi iki ay sonra öldü. Olaydan sonra köyümüze gelen korucular ve vatandaşlar ölü ve yaralıları alıp götürdüler. Öz annem ile kızımı nereye gömdüklerini bilmiyorum.” (Köylülerden Ahmet Mengi’nin ifadesinden)

“Kuşkonarlıyım. Öğlene doğru evimin önündeydim. Çok yakın mesafeden iki uçak geçti. Aşırı gürültü yaptığından bodruma kaçtım. Büyük bir patlama sesi duydum. Sesler kesildiğinde çıktım. Eşim Elmas’ı parçalanmış halde evin önünde yerde yatarken gördüm. Birçok akrabamın öldüğünü sonra öğrendim. Cenazeleri köy meydanında topladık. Tek tek mezar açıldı. Evimin 30 metre önünde 2,5 metre derinliğinde bir çukur gördüm. Çukur çevresinde kol büyüklüğünde bir bomba parçası gördüm. 2-3 gün sonra hayvanları ve alabildiğimiz eşyaları alıp köyü terk ettik. Diğer köylüler de Mersin’e, Siirt’e gitti. Bir daha köye dönmedim...” (Köylülerden Ahmet Yıldırım’ın ifadesinden)

Sonra ne oldu? Hiç!

İki köyün sakinleri de korucu olarak çalışmayı kabul etmemişlerdi. TSK, köylülerin örgüte yardım ettiğini ileri sürdü.

Genelkurmay Başkanlığı’ndan savcılığa gönderilen tek cümlelik yazıyla soruşturma kapandı: “O tarihte o bölgeye bir hava operasyonu düzenlenmedi...”

Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi köylülerin avukatlığını üstlendi, soruşturmayı yoktan var etti. O dönem konuştuğumuzda, “Bu cevapla devlet olarak sorumlu olmadıklarını söylediler. Türkiye sınırları içerisinde başka bir ülkenin uçakları gelip bombalama yaparsa bunların hangi ülkeden olduğu tespit edilemez mi? Devletin cevabı mantıksız” demişti.

Hükümetin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AHİM) gönderdiği savunması daha da absürttü: “Olayın faili PKK olabilir. Eğer sorumlu PKK değilse bile askeri uçakların menşei belli değil. Uçakların Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait olduğuna dair bir kanıt yoktur.”

Sonra Tahir Elçi de sokak ortasında vurulup öldürüldü. AİHM kararıyla yeniden açılan soruşturma da hasıraltı edildi. Anayasa Mahkemesi geçen hafta verdiği kararla olaydan 26 yıl sonra devletin sorumluluğunu kabul etti.

Tahir Elçi 2012 yılında soruşturmayı değerlendirirken, “Uludere’den sonra sanki ilk kez böyle bir olay yaşanmış gibi gösteriliyor ancak belki de daha vahimi 18 yıl önce Şırnak’ta yaşanmıştı. Umarım Uludere’nin akıbeti Kuşkonar’a benzemez ve adil bir soruşturmayla gerçek ortaya çıkarılır” demişti.

Ama akıbetleri tam da Elçi’nin dediği gibi oldu. Aynı ilçede gerçekleşen Roboski katliamında da “adalet” için 26 yıl bekleyecek halimiz kaldı mı? Peki, 26 yıl sonra gelen adalet, adalet mi?