Egemenliğin ilkesini elinde bulunduran halk, uygulamasından dışlanır. Halk egemenliğe ancak temsilcileri aracılıyla katılır. Temsilcilerin istenci, geniş kesimlerin istenciymiş gibi yansıtılır. Temsil edilenin kendi iradesini seçimler dışında hiçbir şekilde tecelli etmemelidir. Somut birey, siyasetin ve iktidarın dışına atılmıştır.

Ulusal egemenlik, demokrasi parodisi ve halk iktidarı

LEVENT HEKİM

23 Nisan 1920’de Meclis’in kuruluşu; Türkiye’nin modernleşmesinde önemli bir dönüm noktasını oluşturur. “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” ilkesi ve ulusal egemenlik vurgusu, artık ulusun siyasal bir beden olduğunu ve bu siyasal bedenin monarkın bedeninden bağımsız olduğunu söylemek, padişahı dolayısıyla onunla birlikte mutlak monarşiyi saf dışı etmek ve halkın egemenliği vurgulanarak cumhuriyete giden hatta demokrasiye giden yolu açmak anlamına geliyordu. 1922’de saltanatın kaldırılması, 1923’de Cumhuriyet’in ilanı ve 1924 hilafetin kaldırılması ile Türkiye’nin modernleşmesi büyük ölçüde tamamlanmış oldu. Halk/ulus egemenliği demokrasiyi çağırmıştır. Halk egemen ise rejimin adı halkın iktidarı anlamına gelen demokrasi olmak zorundadır. Gerçekte böyle olmasa da kuramsal olarak böyledir. Buna dayanarak ve kuramı ideolojik kendine bükerek, var olan siyasal rejimlerin çoğu demokrasiden dem vurmakta, kendisinin demokratik bir meşrulukla donandığını ifade etmektedir. Meclis’in kuruluşunun 101’inci yılında yürütmenin Meclis’i işlevsizleştirildiği, burjuva demokrasinin bile işlemediği, laikliğin sınırlandırıldığı bir siyasal konjonktürde tek temsilci haline gelen Tayyip Erdoğan millet iradesinin tecelli etiğinden dem vurarak, tek adam rejimini demokratik ilan edebilmektedir. Ülkedeki muhalefet bloku ise aynı halk/ulus egemenliği ilkesiyle parlamenter sisteme dönüşün, ülkeyi demokratikleştireceği iddiasını taşımaktadır. Ulus/halk egemenliği gerçekten demokrasiyi ihtiva etmek zorunda mıdır? Siyasal alanda açığa çıkan bu paradoks bugün, gerçekten bir demokrasinin imkânlarını düşünmeyi gerektirmektedir.

HALK ULUS EGEMENLİĞİNİN KÖKENLERİ

Egemenlik modern devlete ait bir kavramdır. Tek, bölünmez, sınırlandırılamaz bir gücü ifade etmek için kullanılır. İktidarın ilkesi (auctoritas) ile iktidarın kullanımını (potestas) devletin içinde birleştiren modern bir kavramdır. Egemenlik olmadan devleti düşünmek olanaksızdır. Mutlakiyetçi dönemde kralın devlet ile bir anlamda özdeşleşmesi egemenliği de görünür kılmıştır. İktidarın ilkesinin ve uygulamasının bir bedende birleşmesi aynı zamanda siyasal alanı, kutsaldan arındırarak laikleştirmiştir. Egemenlik kuramının düşünürlerinden Hobbes halkında egemen olabileceği düşüncesini ortaya atar. Özellikle siyasal toplumu tarif ederken egemenliği halktan dolayımlayarak monarka verir. Halk egemenlik olmadan önce doğal durumda anlamlı bir bütünü oluşturmaz. Ancak egemen sayesinde kendini kurabilir. Sözleşmeyle kalabalık tek tek kendi iradelerini egemene devrederler. O yüzden toplumda tek bir istenç vardır, o da egemenin istencidir. O yüzden Leviathan tek tek bireylerden oluşmuş ve bir elinde asa bir elinde kılıcı tutan ölümlü tanrı olarak resmedilmiştir. Asa egemenliğin ilkesini simgelerken, kılıç egemenliğin uygulamasını simgelemektedir. Halk ulus egemenliği kavramının belirmesi burjuvazinin tarih sahnesine çıkıp, iktidar yapısını değiştirmesiyle oluşmuştur. Halkın istencinin kolektif, birleşik bir varlık olan ulusun içine yerleştirmesi, böylece bu istencin ulusal egemenlik olarak tanımlanması ulus devleti ortaya çıkartmıştır. Halkın ulus olarak devletin içine yerleştirilmesi Fransız ve Amerikan devrimleri ile nesnel bir gerçekliğe bürünmüştür. Egemenliğin bir olan doğasında bir değişiklik olmamıştır. Tiranın gasp etmiş olduğu egemenlik halk-ulus adına yeniden düzenlenir. Kraldan boşalan yere halk ulus oturtulur. Ancak egemenlik temel ilkesi olan birliğin nasıl sürdürüleceği ilkesi kuramsal bir sorun olarak ortada durmaktadır. İktidarın ilkesini elinde bulunduran halk soyut bir ulusa dönüşerek egemenliğin içinde yer alır. Somut bireyin yerine yasa önünde eşit soyut yurttaş yasaları yapan ve genel iradeye katılandır. Egemenliğin ilkesini elinde bulunduran halk, uygulamasından dışlanır. Halk egemenliğe ancak temsilcileri aracılıyla katılır. Temsilcilerin istenci geniş kesimlerin istenciymiş gibi yansıtılır. Temsil edilenin kendi iradesini seçimler dışında hiçbir şekilde tecelli etmemelidir. Somut birey, siyasetin ve iktidarın dışına atılmıştır.

Mehmet Ali Ağaoğulları ulus halk egemenliğinin muhtevasını şu şekilde tarif eder: İktidar egemen olduğu varsayılan halkın, ulusun adına konuşanların elinde demektir. Halkın adına konuştuğunu ileri sürebilenler ise kendilerini temsilci yani halkın sesi olarak kabul ettirmiş olanlardır. Bunun anlamı devlet gücünü elinde bulunduran temsilcilerin hegemonyasıdır. Açıkçası egemenlik temsil edilenden, temsil edenin eline geçmekte ve demokrasi de içi boş bir kavrama dönüşmektedir.

HALK İKTİDARI:

Yazının başında ele aldığımız paradoksun cevabı egemenlik kavramının (ulus, kral) doğasında olduğu görülmektedir. Somut halkın iktidarını kendi uyguladığı ve iktidar alanına katıldığı bir durumun olmadığı siyasal bir alanda Tayyip Erdoğan’ın da, muhalefetinde aynı ilkeye dayanarak demokrasiden bahsetmesinde bir tezatlığın olmaması normaldir. Gerçek demokrasi somut halkın kendi öz gücüyle iktidarın uygulamasına katıldığı, kendi öz örgütleriyle siyasal alanı şekillendirebildiği bir siyasal alanda mümkün olabilir. O yüzden bugünkü düzenden kurtulmak halk egemenliğini değil, halkın iktidarını savunarak mümkün olabilir.