Uluslararası siyasal istikrarsızlık ve Türkiye Sineması-1

1- Türkiye’de Yeşilçam uluslararası piyasaya ürünler satabilecek üretimi yapmaya 1950’lerde başladı. O on yıl içinde Türkiye’nin komşu bölgesi, başta Yunanistan olmak üzere Balkanlar, Kafkasya, İran ve Ortadoğu ve en önemlisi Mısır olmak üzere Kuzey Afrika’ya satılabilecek, halk üzerinde etkili olabilecek ürünleri 1950’lerde üretmeye başlamıştı.

2- Yeşilçam’ın üretmeye başladığı filmleri bu bölgelerde yaşayan 200 milyona yaklaşan nüfus izlemeye ve onları rol modelleri olarak almaya yatkındılar.

3- Yeşilçam’da başta Hürrem Erman olmak üzere, bu piyasayı görenler ve onun için üretim yapmaya çalışan yapımcılar da vardı.

4- Yunanistan ve Mısır ile ilk ortak yapımımız 1932 yılında İstanbul Sokaklarında adlı eserle Muhsin Ertuğrul yönetimiyle verilmişti. Bu deneme daha sonra başarısız oldu, çünkü bizim sinemanın girdiği yörünge gerçekten İstanbul’un kaymak tabakasının kültürüne ve batı taklidine dayanıyordu.

5- 1950’lerde ise bu artan nüfusa mükemmelen uyumlu hale gelmişti, ciddi bir doğu aşısı yemişti.

6- Bugün bile bu coğrafyada Yeşilçam’ın ürünleri kadar şimdi nüfusu yaklaşık yarım milyarı bulan nüfusa yönelik üretim yapabilecek tek odak, tek endüstri, tek teknik ekip ve tek senaryo üretebilecek olan ülke Türkiye’dir.

7- Vakti zamanında Onat Kutlar’ın da dediği gibi, bugünkü televizyon dizilerimiz Yeşilçam’ın gerçek mirasçılarıdır. Bizim sanat sineması dediğimiz, aslında gerçek sanatla ve auteur sineması ile uzaktan yakından ilgili olmayan ve büyük bölümü Bakanlıktan alınan ulufeler ile yapılan sinemanın ise Türkiye’yi temsil etme, Türkiye’nin özgün kültürel birikimini perdeye taşıma iddiası yoktur. Televizyon dizilerimizin önemli bir bölümünün dramatik yapısı sanat filmlerini yapan insanların senaryolarından daha başarılıdır. Bu pek çoklarına saçma gelebilir, en sıradan en bayağı ürünleri dile getirip alay etmek Türkiye’de aydının yabancılaşmasının ve cahilliğinin en semptomatik ifadesidir zaten.

8- Türkiye’deki televizyon dizilerinin dünyadaki izleyici sayısı, Türkiye’nin nüfusunu 75 milyon kabul ettiğimizde, bunun beş katına ulaşmaktadır.

9- Tarihe geri döndüğümüzde Yeşilçam’ın bu piyasayı ele geçirememesinin en büyük engeli bu bölgenin hemen tümünde aşırı yoğun bir siyasal istikrarsızlık yaşanmasıdır. Hemen tüm bu ülkelerde halktan çok yoğun ve pozitif bir geri dönüş alan o dönemlerde filmlerimiz oldu. Daha sonra siyasal çatışmalar ve o ülkelerin siyasi kargaşası nedeniyle bu girişimler kesintiye uğradı. Bugün televizyonların gücü o dönemki sinemanın gücünden daha fazla, çünkü siyasal istikrarsızlığa rağmen yayına devam edebilir ve halkın tepkileri girişimci film işletmecisi ve sinema sahiplerinden daha fazla doğrudan ve ortalamaya tepki vermek zorunda.

10- Buna karşın sanat filmlerini büyük estetik ve büyük sanatçı olarak niteleyen ve Avrupa’da filminin gösterilmesini çok önemseyen, oysaki bizim gibi ülkelerde nal toplayan yönetmenlerimizin tamamına yakını Bakanlık ulufesine muhtaç ve sinema emekçilerini doğrudan beslemekte, onlara iş verip para kazandırmakta kaçakçı yapımcılara benziyorlar. Hatta ünlü oyuncularımız bile sanat filmlerinde ücretsiz oynuyorlar. Sanat sineması ülkemizin yetenekli dilencilerine benziyorlar. Yapım parasını Bakanlıktan alıyorlar. Gösterirken sinema salonlarına para bırakmıyorlar, izleyici memnuniyeti diplerde ve uluslararası sinema salonu seyircisi yok gibi, bütün boşluğu doldurmak için özellikle yerli olmak üzere yabancı festivalleri ise bir tapınma arenası olarak görüyorlar.

11- Türkiye’nin bölgesel gücü ve halk üzerinde ciddi olarak modernizasyon etkisi olarak televizyon dizilerini çok daha iyi senaryolarla besleyip üretimi ve pazarlamayı uzmanlaştırdığımızda, Türkiye’nin siyasal etkisi ve Batı kamuoyunun Türkiye’ye dair sistematik ön-yargılarını yıkmak için filmlerimizden ve romanlarımızdan daha güçlü bir silahımız yok bugün.

12- Son olarak şu ayrıntıyı söyleyeyim: Gerek Amerika’da gerekse İngiltere’de Türkiye’deki dizilerin büyük başarısı ele alındığında, bunun toplumsal, ekonomik ve siyasal sonuçları üzerine raporlar üretiliyor, bunların bir kısmı yayınlanıyor, ana gövdesi yayınlanmıyor, bir kısmı haber oluyor. Ama şunu söyleyeyim, halk üzerinde sinemanın (geçmişte), dizilerin (günümüzdeki) etkisi üzerine tartışmalar 1930’larda başlamıştı. O yıllarda bizzat Papa’nın da katıldığı ve dünyanın belli başlı ülkelerinin tümünde gündeme gelmiş, sinemanın siyasal toplumsal sonuçları bir tek bizim ülkemizde esastan tartışılmıyor.

13- Yeşilçam’ın üretimi ile karşılaştırılabilecek dünyada üç üçüncü dünya ülkesi var. Hindistan, Mısır ve Brezilya. Hindistan yereldir, yerel kaldı, fakat yaklaşık 1 milyar insana seslenir. Mısır büyük oranda darbe aldı ve bölgesel gücünü kaybetti. Brezilya ise yıkıcı bir gerileme yaşıyor.

14- Oysa Türkiye’deki üretimi büyük oranda ihracata göre tasarlamayan, sinemanın toplumsal kültürel ve siyasal sonuçlarına göre getirilerini sistematik olarak elde etmek için kurumsal olarak çalışmayan, SİNEMA EMEKÇİLERİNİN SOSYAL GÜVENCELERİNİ VE ÇALIŞMA KOŞULLARINI DÜZENLEMEYEN PİYASA tıpkı Yeşilçam gibi bugün de kam emici bir piyasaya dönüşmüştür.

15- Eğer Kültür Bakanlığı sinema alanındaki hizmetlerini, büyük oranda uzmanlaşma ile son derece başarısız ve aşırı özenti sanat filmlerine yoğunlaştırmak yerine, dizilere ve sinema emekçilerinin çalışma koşullarına yoğunlaştırırsa, bu hem Türkiye’nin içinde hem de dışında çok daha önemli kültürel sonuçlar almasına yarayabilir.

16- Sanat sineması kendin çal kendin oyna modeli ile halktan kopmuş ve büyük oranda iç enerjisini tüketmiş, büyük bir yanılsama vitrinine dönüşmüştür.

17- 1979 yılında başta Paris olmak üzere Fransa’da 600 000 bilet satan ve o yıl Fransa’da en çok iş yapan 10 filmden biri olan Sürü filmini üretin, canımıza minnet, ama Bakanlıktan parayı al, uluslararası alanda bakanlık desteğiyle yapılan Türk Film Günleri’nde merdiven altında ve göstermelik bir salonda yapılan etkinlikte film göster…! Sanat filmi büyük bir yalandan başka bir şey değildir. Asalaktır ve sanat-dışıdır, bu kadar makyajı Hollywood’da kimse yapmaz. Kendimizi kandırmayalım.