Kâğıt üzerinde yatırım ve vergi teşvikleri sunsa da Türkiye, doğrudan yatırımları çekemiyor. Bugüne kadar çekilen doğrudan yatırımlar da ülkeye katma değer yaratmıyor

Uluslararası yatırımlar ülkeden uzaklaşıyor

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü (UNCTAD) ‘2017 Dünya Yatırım Raporu’nu yayımladı. Raporda ülkemizde de pek çok yerde tartışılan ‘yatırım sorunu’ ele alınıyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerden (GOÜ) yönünü gelişmiş ülkelere çeviren doğrudan yatırımların, söz konusu bu çevre ülkelerdeki uzun dönem büyüme konusunda ağır bedelli olumsuzluklardan biri olacağı konusunda uyarılar raporda yer alıyor. Kısaca uluslararası doğrudan yatırımların (UDY), finansal yatırımlar gibi risk almada cesur olmadığı, çünkü uzun vadeli yatırımlar olduğu için ülkenin sadece getirisini değil, makro ekonomik dengelerini, siyasi ve kurumsal yapısını da dikkate aldığının altı çiziliyor.

Türkiye özelinde değerlendirmeden önce genel havaya bakacak olursak, GOÜ’ler 2016’da küresel piyasalardan UDY çekme performansını oldukça düşürmüş, gelişmiş kapitalist ülkelerin gerisine düşmüş görünüyor. Raporun verilerine göre, 2014 yılında gelişmiş ülkelerde doğrudan yatırımlarda yüzde 18’lik bir düşüş yaşanırken, GOÜ’lerde ise yüzde 4’lük bir artış izleniyordu. Diğer bir ifade ile 2014 yılında yatırımların yönü GOÜ’lere dönüktü. Şimdi ise ibre ters dönerek, kapitalizmin merkezlerine doğru kaymış. Elbette yatırım kararlarını etkileyen ekonomik faktörler burada rol oynasa da, GOÜ’lerin siyasi ve kurumsal yapılarının da bu süreçte etkili oldukları izleniyor. Bunun yanı sıra 2016 yılında UDY’lere ev sahipliği yapan ülkelerin başını ABD, Çin ve Hindistan çekerken, liste başı doğrudan yatırımcıları ise yine ABD, Çin ve Almanya oluşturuyor.

Yatırımda pay geriliyor

Küresel iklimden devam edersek, UDY’lerin en fazla yer aldığı alanların gelişmiş ülkelerde Bilgi ve İletişim, GOÜ’lerde ise tarım alanı olduğu izleniyor.

Türkiye açısından ise durum hiç de iç açıcı görünmüyor. Öncelikle 2017 birinci çeyrek büyüme verilerinden de takip edileceği üzere, yatırımlarda sert iniş yaşayan Türkiye ekonomisi, 2016 yılında da en fazla UDY kaybeden ülkelerden biri. 2016 yılında ülkede doğrudan yatırımlarda yüzde 31 düşüş yaşanırken, küresel toplamdan aldığı pay yüzde 2,3’ten yüzde 1,9’a geriledi.

Hatırlanacağı üzere derecelendirme kuruluşu Fitch, 2016 yılında Türkiye’nin notunu yatırım yapılabilir seviyenin en düşük basamağı olan BBB- olarak açıklamıştı. Bu yılın başında ise son kararı, döviz türü kredi notunu 1 kademe düşürürken kredi görünümünü de durağana çekmek oldu. Yani notu hâlâ ‘yatırım yapılabilir bir ülke konumunda değil’ şeklinde bıraktı. Keza diğer geriye kalan Moody’s ve S&P’nin de notu benzer seviyede. Bunların arasında Moody’s’in yorumlarındaki bir ifade dikkat çekiciydi. Büyüme görünümünün zayıflaması, kurumların gücünü yitirmeye devam etmesi ve ülkenin iç ve dış mali yapısı üzerindeki baskılara dikkat çeken Moody’s, kısa vadeli canlanmada alınan önlemlerin, makroekonomik dengesizlikleri daha da bozacak potansiyeline işaret ediyordu. Bugün kamu maliyesindeki bozulma dinamiklerine ve kredi musluğunun sınırlarına dayanılmasına bakılırsa, bu ifadelerin hem ekonomik, bir o kadar siyasi, fakat bir o kadar da doğru olduğu göze çarpıyor.

Türkiye hangi kaynağa talip?

Kâğıt üzerinde türlü yatırım ve vergi teşvikleri sunsa da Türkiye, doğrudan yatırımları çekemiyor. Bugüne kadar çektiği doğrudan yatırımların da ülkeye katma değer yaratıcı karakterde olduğunu söylemek zor. Ülke içindeki yatırımlara benzer bir yapıda doğrudan yatırım çekilebiliyor. Örneğin 2016 yılında 12,2 milyar dolarlık doğrudan yatırım girişinin yüzde 32’sini gayrimenkul alımları oluşturuyor. Yüzde 61’i ise hizmetler sektörüne gidiyor. Bunlara ‘yatırımlar’ dediğimize bakmayın, aslında çoğu satın alma ve birleşme şeklinde ‘el değiştirmeden’ ibaret, burada sermaye stoku genişlemiyor. Yani bahsettiğimiz mevzunun zaten yeni istihdam ve yeni teknoloji yatırımları ile ilgisi bulunmamaktadır. Ne var ki, bu yatırımların sunduğu veri, yine de Türkiye ekonomisinin uzun dönem büyüme dinamiğine, ekonomik-siyasi-kurumsal yapısına karşı uluslar arası çevrelerin beklentilerine ışık tutuyor. Bugün bu tablonun oldukça olumsuz olduğu ortada.

Verilerin işaret ettiği üzere, esasında ekonomik gelişmeye, istihdama katkı sağlamayan UDY’lerde bir düşüş gözlenmekte. Türkiye, sahip olduğu yapısal riskleri ve yüksek büyüme rakamları uğruna feda ettiği makroekonomik dengeleri nedeniyle bu payı da kaybediyor. Peki, dolar bugün neden 3,50-3,54 bandında sınırlı kalabiliyor diye sorarsanız. Bu sorunun yanıtını, ekonomide yapılan tercih açıklıyor. Yani, bugün Türkiye’nin hangi kaynağı tercih ettiği meselesi… Yapısal bozuklukları aşmak bir yana, onarmaya bile yanaşmayarak günü borsa-faiz kıskacında para politikaları ile kurtarma çabası, Türkiye’yi finansal hareketlerde yine çekim merkezi haline getirmeyi başarıyor. Ülkeler arası faiz farklarından yararlanılarak sağlanan kazancın (Carry Trade) tadından yenmiyor. MB’nin, son dönem ‘alternatif para politikaları’ da dahil olmak üzere bu konuda artık ustalaştığını söylemek mümkün.