Tohumculuk Kanunu'nun birçok maddesinin, o sırada Irak'taki Koalisyon Geçici Yönetimi’nin ABD'li Başkanı Paul Bremer'in imzasını taşıyan 81 nolu Kararın 51 ile 79'uncu maddeleri arasındaki tohumculukla ilgili hükümlere büyük benzerlik taşıdığını belirtirsek, acaba iktidarımızın milli ve yerliliğine halel getirmiş olur muyuz?

Ulusötesi tekellerin taşeronu bir millilik

OĞUZ OYAN - Türk Sosyal Bilimler Derneği Başkanı, emekli öğretim üyesi

İktidar partisi ve küçük ortağı bugünlerde kendileri dışındaki her siyaseti "milli ve yerli" olmamakla suçluyor. Afrin müdahalesi sonrasında toplumu böyle bir şer ekseninde bölme çabalarını arttırdı. Aklınca muhalefeti köşeye sıkıştırarak 2019'un üçlü seçimlerini kapıp götürecek. Dinci-otokratik bir rejim inşasının önündeki son engelleri de süpürecek. Tam bir bezirgân ahlâkı ve siyaseti.

Peki ama bu iktidarın kendisi ne ölçüde milli ve yerli? Hayır, iktidara geliş biçimine, liderinin 1990'lardan itibaren ABD'nin Türkiye'deki istasyon şeflerince "geleceğin başbakanı" olarak keşfedilmesine, henüz milletvekili bile değilken Şubat 2003'te ABD'ye Güneydoğu Anadolu'dan Irak'a cephe açma onayı vermesine, 1 Mart tezkeresi geçmeyince danışmanının "deliğe süpürülmeme" ricasını sineye çekmesine, vs. gibi olgulara kadar gitmeyelim. Sorduğumuz soruyu somut olgularla test edebilmek için konuyu tarım politikalarıyla sınırlayalım ve güncel şeker mevzusuna kadar götürelim.

IMF/DB gözetiminde tarımın pazarlanması

Türkiye tarımının emperyalizmin taleplerine göre biçimlendirildiği dönem 1 Ocak 2000 tarihinden başladı. Henüz AKP mevcut değildi, ama söz konusu IMF/DB programının en uzun süreli ve kararlı uygulayıcısı da ondan başkası olmayacaktı. Hatta Mayıs 2008'de IMF programı resmen sona ermiş olmasına rağmen, bu programa sadakat büyük ölçüde sürdürüldü.

Peki neydi bu program? IMF ve DB’na verilen niyet mektupları nasıl bir Türkiye ve nasıl bir tarımsal yapı öngörmekteydi? Tarımla sınırla kalırsak, “Tarım Reformu Uygulama Projesi” (TRUP) olarak adlandırılan kapsamlı yapısal dönüşüm projesi tamamen DB gözetiminde hazırlanıp uygulanmak üzere tasarlanmıştı.

Niyet mektuplarında tarıma ilişkin yeniden yapılandırmanın gerekçelerine bakılırsa, bunların, geçilmesi öngörülen "doğrudan gelir desteği" (DGD) denilen yeni modelin erdemlerinden ziyade, mevcut destekleme modelinin “kötülükleri” üzerine inşa edilmiş olduğu görülür. Bunu yaparken her türlü veri çarpıtmasına ve yalana başvurulmuş olması, emperyalizmin yalan dolanda sınır tanımazlığının çarpıcı bir örneğini oluşturmaktaydı. Kuşkusuz bu, içerde işbirliğine hazır bürokrat ve siyasetçilerin desteği alınmaksızın başarılamazdı.

Uygulamadaki destekleme düzeneğini bütünüyle ikame etmesi tasarlanan tek seçenekli bir destekleme aracı olarak DGD sistemi, hiçbir ülkede bu kapsamda uygulanmamaktaydı. Türkiye’ye önerilen DGD modelinin ise, birbirine entegre destekleme kurumlarınca yıllarca denenmiş politika araçlarının yerini bütünüyle alması isteniyordu. Türkiye tarımı dönüştürülürken ayrıca bir deneme laboratuarı olarak işlev görmesi isteniyordu. Gerçekte asıl amaçlanan, tarımsal desteklerde köklü olduğu kadar hızlı bir gerilemenin yaratacağı toplumsal tepkileri yatıştıracak bir sosyal politika aracını bir geçiş dönemi süresince devreye sokmak ve piyasa ilişkilerini bozacak türden destekleme araçlarının bundan böyle sistemden dışlanmasını sağlamaktı. Dönüşüm o kadar hızlı olacaktı ki, bütçedeki toplam tarımsal desteklerin 2002’de %79’u, 2003’te %83’ü DGD ödemelerine ayrılacaktı. Daha sonra ise, 2004’ten itibaren sürekli bir pay azalışı yaşanacak ve son iki uygulama yılları olan 2007 ve 2008'de %30 ortalamasına kadar gerileyecek ve 2008'de ödemeler sonlandırılacaktı.

Toplam yedi yıllık (2001-2008) uygulama döneminin toplamı olarak üreticiye 13,1 milyar TL’lik DGD ödemesi yapılmıştı. Yedi yılın toplamı olan bu tutar, uygulamanın son yılı olan 2008 yılının GSMH’sinin yüzde 1’inden biraz fazladır; dolayısıyla desteklemenin ne ölçüde budandığının bir kanıtı gibidir.

DGD ile tam bir deney tahtasına dönüştürülen ülkede, TRUP projesi adeta 'istersen üretmeden primini al' anlayışıyla köylüyü tarımsal üretimden koparma programı olarak çalışmıştır. Nitekim, tarımsal istihdamın toplam istihdam içindeki payının 2000'de %36'dan 2005'te yüzde 25'e gerilemesi tam da bu dönemde gerçekleşecektir.

Ama bu dönem boyunca yapılan tahribatlar bununla sınırlı olmamıştır. Tarıma dönük destekleme kurumları ve düzenekleri de yıkıma uğratılmıştır.

Tarımsal KİT'lerin tasfiyesi

Tarımsal KİT'lerin durumuna bakılırsa, bunlardan gübre girdisi sağlayan TÜGSAŞ ve İGSAŞ tamamen özelleştirilmiş/ tasfiye edilmiş; tohum girdisinin üretim, geliştirme ve dağıtımında önemli rol oynayan TİGEM kısmen özelleştirilmiş, her durumda işlevlerinden uzaklaştırılmış; TMO'nin işlevi sınırlandırılmış, işlev farklılaşmasına uğratılarak fındık ve çekirdeksiz kuru üzüm gibi uzmanlık alanı dışında ürünlere müdahaleye ve tüccara ilave rantlar aktarmaya yönlendirilmiş; TEKEL'in hem tütün hem alkollü içkiler bölümleri talan fiyatlarıyla yabancı sermayeye devredilerek özelleştirilmiş; Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ (Türkşeker) öncelikli özelleştirme kapsamına alınmış ve bu konuda 2001'de bir şeker yasası çıkarılmış, ancak bu hedefe hukuki ve sosyal frenler nedeniyle bugüne kadar ulaşılamamış (ama kapasite ve teknolojilerinin aşındırılması sağlanmış); kamusal nitelikli tarım kredilerinde de (başta Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu kredileri olmak üzere) bir tasfiye süreci çalıştırılmıştır.

Böylelikle yabancı tekeller, Türkiye pazarına girmelerinin önünde engel olarak gördükleri tarımsal KİT'lerin tasfiyesi sürecinde -"yerli ve milli" iktidarlarımızın katkılarıyla- büyük başarı sağlamışlardır. Bunlar yapılırken desteklerin sertifikalı tohum kullanan ürünlerle sınırlandırılması da sağlanarak, ulus-ötesi gıda tekellerinin denetimi pekiştirilmiştir.

Tarımsal kooperatiflerin tasfiyesi

Destekleme modelinin genel kurumsal yapısı içinde özel bir yere sahip olan Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri (TSKB) ise, ilk taslağı Dünya Bankası tarafından hazırlanan ve 1 Haziran 2000 tarihinde yürürlüğe giren kanunla yeniden yapılandırılmıştır. Bu düzenleme, adeta bir sömürge yasası gibi, Geçici 1. maddesinin E fıkrasıyla “Kooperatif ve birliklere (…) devlet veya diğer kamu tüzel kişilerinden herhangi bir mali destek sağlanamaz” katı hükmünü getirerek kooperatifçiliğin tasfiyesine odaklanmıştır. Aynı geçici maddenin D fıkrasıyla, Dünya Bankası gözetiminde Birliklerin tepesinde kurulan “geçici” Yeniden Yapılandırma Kurulu (YYK), bu tasfiye sürecine nezaret etme birimi olarak ortaya çıkarılmıştır. Yedi kişilik kurulun sadece bir üyesinin Birlikler temsilcisi olmasının da gösterdiği gibi, demokratik kooperatifçiliğin özüne aykırı bir tepeden yönlendirme düzeneği kurulmuştur.

TRUP programının sıkıca uygulandığı dönem içinde Kayısıbirlik ve Taskobirlik kapanma kararları almış, diğer birliklerde ise çok ciddi işlev ve iş hacmi sınırlandırmaları söz konusu olmuştur. TARİŞ'in dört birliğinin ortak bankası olan Tarişbank'ın "sermaye yetersizliği" bahanesiyle tasfiyesi (Denizbank'a devri) sağlanmış, YYK'nun baskıları sonucunda bu birliklerin ileri sınai prosesler içeren sınai fabrikalarının önce anonim şirketleştirilmesi sonra da ürün alımlarında kredi yetersizlikleri yüzünden satılarak kapatılması sağlanmıştır. Kaldı ki, ortaklarından ürün alımında yaşadıkları finansman güçlükleri veya bankalara (ve eski borçlar yüzünden DFİF'e) birikmiş borçları nedeniyle TSKB'ler mülkiyetlerindeki değerli kentsel arazileri elden çıkarmaya, yani giderek varlık kaybı yaşayıp küçülmeye başlamışlardır. IMF ve yerli ortaklarının uyguladığı tasfiye politikaları, kooperatifçiliği bitme noktasına getirmiştir.

Bağımlılık artışının diğer örnekleri

Tarımda kendine yeterliliği yüksek düzeylerde olan Türkiye'de, 15 yıllık uygulamanın tarımda net dış ticaret bilançosu negatiftir. Saman ve kurbanlık koyun ithalatı gibi simgesel bağımlılık göstergeleri çoğalmıştır.

Ulus-ötesi şirketlerin yeni saldırı alanı olan hibrit tohumlar, GDO'lu ürünler ve ilaç, gübre gibi kimyasallarda, dolayısıyla tüm girdiler alanında dışa bağımlılığın artışı, gıda egemenliğinin gerilemesine koşut gelişmelerdir. Tohum politikasının 2000'li yıllarda giderek ulus-ötesi tohum şirketlerinin inisiyatifine terkedilmiş olması bu yeni bağımlılık sürecinin önemli başlıklarından biridir. 2006'da da Tohumculuk Kanunu'nun çıkarılmasıyla ülkede ulus-ötesi tohum şirketlerinin egemenliğinin kapıları ardına kadar açılmış, tohumda biyoçeşitliliğin sonuna gelinmiştir. CHP'nin Tohum Yasası'nın bazı maddelerinin iptali için yaptığı başvuruyu Anayasa Mahkemesi ancak beş yıl sonra görüşerek ret kararı vermiştir. Bu tutum, yüksek yargının da nasıl uluslararası kapitalist sistemin çıkar alanı dışında karar veremediğini bir kez daha tescillemiştir. Tohumculuk Kanunu'nun birçok maddesinin, o sırada Irak'taki Koalisyon Geçici Yönetimi’nin ABD'li Başkanı Paul Bremer'in imzasını taşıyan 81 nolu Kararın 51 ile 79'uncu maddeleri arasındaki tohumculukla ilgili hükümlere büyük benzerlik taşıdığını belirtirsek, acaba iktidarımızın milli ve yerliliğine halel getirmiş olur muyuz?

2006'da çıkarılan Tarım Kanunu, tarımsal desteklemeleri sınırlamak için bu desteklerin milli gelirin en az yüzde 1'i düzeyinde olması gerektiğini söyleyerek aslında örtük bir sınır koymak istemişti. Ancak uygulamada bu "alt" sınıra dahi yaklaşılamamıştır. 2006 sonrasındaki 11 yılın ortalaması milli gelirin yüzde yarımı mertebesini aşmamıştır. "Bunun teslimiyetçilik veya gayri-millilikle ne alâkası var?" diyebilecekler için bir örnek verelim: IMF programı sonlandıktan 6 ay sonra, TBMM Genel Kurulu'nda 2009 bütçesi görüşmelerinin son haftasına girilmişken, açıklanan prim destekleri görünmez bir elin (IMF'nin) müdahalesiyle yüzde 10 düşürülürken, bunun kendi bilgileri dışında gerçekleştiğini itiraf etmek durumunda kalan bakanların gene de bu aşağılayıcı muameleyi sineye çekerek koltuklarını korumalarını, hazin bir AKP manzarası olarak anımsatalım.

Peki, ya şeker?

IMF'ye 9 Aralık 1999'da verilen niyet mektubuyla tarımın idam fermanı çıkarılmaktaydı. Bu programa muhalefetteki Fazilet Partisi aslanlar gibi karşı çıkarken, onun saflarından çıkan ve bugünlerde artık aslanlar gibi "yerli ve milli" görünmeyi seçmiş AKP iktidarı ise IMF/DB programının en sadık uygulayıcısı olmaktaydı. Aynı durum 2001 yılında çıkarılan Şeker Yasası için de geçerliydi. IMF/Derviş yasaları kapsamında "15 günde 15 yasa" dayatmasının bir ürünü olan bu yasaya karşı sadece muhalefetteyken karşı çıkanlar, iktidar olunca IMF-DB-DTÖ'nün taleplerini ikiletmeme kıvraklığını gösterebilmişlerdi.

Dünya beyaz şeker fiyatlarının gerilediği bir ortamda Türkiye'ye dayatılan bu özelleştirme yasası, ulusötesi şeker şirketleri için, özellikle de NBŞ (nişasta bazlı şeker) üreticileri için inanılmaz ölçüde iştah kabartıcıydı. Bugüne kadar bu yasanın özelleştirmeye ilişkin hükümleri tam uygulanamadı, çünkü hem sendikal hem de toplumsal tepkiler ve bunların sonucunda elde edilen yargı frenleri (2009 ve 2012), bu arada gündemin diğer özelleştirme programlarıyla oldukça yüklü olması (15 AKP yılında 70 küsur milyar dolarlık haraç mezat özelleştirme az şey değil), dikkatleri dağıtmıştı. Ama bu arada şeker pancarı kotaları uygulanarak üretim alanları daraltılmış, üretici sayısı köklü bir biçimde azaltılmış, NBŞ için tanına kotalar ise yüzde 10 gibi devasa bir ölçekten yüzde 15'e çıkarılmıştı.

Ancak şimdi, elde avuçta satacak fazla şeyin kalmadığı, dış ve iç açıkların maliyeyi iyice sıkıştırdığı bir ortamda yeniden eski defterlerin açılması ihtiyacı büyümüştü. Hazır böyle muhtaç ve işbirlikçi bir iktidar türü oluşmuşken ulusötesi şirketler talep ve iştahlarını niçin törpülesinlerdi? İktidara düşen, ortamı hazırlamaktı: "Bunların çakılı bir çivisi mi var?" çarpıtmasıyla gerçekleri tersyüz etmek, "yersen" yaklaşımıyla beyinleri yıkamak zaten en iyi bildikleri işti.

Ama bu defa hesaba katmadıkları bir şeyler oluyordu: Şeker fabrikalarının bulunduğu yörelerin halkı, parti ayırımı gözetmeksizin, hem yöresel hem milli olan bu değerlere sahip çıkmaya başlamıştı. Bu toplumsal tepki büyürse, iktidarın ağzının tadının bin ton şekerle bile düzelemeyeceği bir ortama giriliyor demektir.

Oğuz Oyan, "Tohumculuk Yasası, Bağımlılık Yasası", Dünya Gazetesi, 29 Eylül 2006.

Bu konuda daha fazla ayrıntı için bkz. Oğuz Oyan, "Tarımda IMF-DB Gözetiminde 2000'li Yıllar", Abuzer Pınar, Ahmet Haşim Köse, Nihat Falay (der.), Kriz ve Maliye Düşüncesinde Değişim, "İzzettin Önder'e Armağan" içinde, Sav Yayınları, İstanbul, 2011, s. 60-88.

Tayfun Özkaya, "Tohumda Tekelleşme ve Etkileri", Necdet Oral (edi.) Türkiye'de Tarımın Ekonomi-Politiği, 1923-2013 içinde, Nota Bene, Ankara 2013, s. 351-368.

Oğuz Oyan, "Tohumculuk Yasası, Bağımlılık Yasası", Dünya Gazetesi, 29 Eylül 2006.

Yasa üzerine daha fazla ayrıntı için bkz. Oğuz Oyan, "Şeker Yasası Kimin Yasası", Dünya Gazetesi, 8 Haziran 2001.