Umberto Eco’dan bir öğüt: “Trabzon’u kaybetmeyin”!

TÜREY KÖSE

Umberto Eco adının başına bir dizi sıfat eklenmesi zorunlu bir kültür ve bilim insanı. Dünyamızdan ayrılmadan önce biz gazeteciler için de bir rehber kitap bıraktı. Sıfır Sayı romanı “Kötü gazetecilik konusunda bir rehber”. Umberto Eco bu kitapta iyi gazeteciliği tersinden göstermiş...”Kötü” örnekler ve öğütler ise hiç yabancımız değil...

Patron Commendatore’nin “rahatsızlık yaratabileceğini” kanıtlayabilecek -ama aslında hiç çıkmayacak- şantaj amaçlı Yarın adlı bir gazete tasarısı vardır. “Patron bu gazete sayesinde finans ve politika dünyasının güzel salonunu rahatsız edebileceğini kanıtladıktan sonra, olasılıkla bu güzel salon ona bu düşünceden vazgeçmesini rica edecek, o da Yarın tasarısını bir kenara kaldırıp salona giriş yapma iznini koparmış olacaktır”. Bu şantaj/kurgu/yalan uyduruk gazetenin başındaki isim Simei, patrona ve hedeflerine bağlılığını çok net (!) ortaya koyuyor: “Commendatore bizim sıfır sayılarımızı birilerini korkutmak için mi kullanır, yoksa poposunu silmek için mi, o bizim değil, kendisinin bileceği iştir”.

Gazetenin hiç yayımlanmayacağını sadece Simei ile “yazı işleri sorumlusu ya da onun gibi bir şey” olan Colonna bilir. Bir grup gazeteci hayali bir şantaj gazetesi için çalışmaya başlar. Toplantılarda kötü gazeteciliğin temel ilkesi sıkça tekrarlanır: “Gazeteyi yapan haber değil, haberi yapan gazetedir” “Unutmayın ‘haber yapmak’ güzel bir deyiştir, haberi biz yapıyoruz”. “..Var olmadığı ya da görülmediği yerdeki haberin doğmasını sağlayın...” Vay, vay , vay , “var olmayan haberin doğmasını sağlamak”! Nasıl da afilli, kullanışlı bir öğüt embedded, iktidara/patronlara iliştirilmiş gazeteciler için!

“Haber yap!” “velveleci olma”!

Anımsayacaksınız; tam da Anayasa Mahkemesi meslektaşlarımız Can Dündar ve Erdem Gül’ün bireysel başvurularını görüşmek üzereyken “kayyım” medyasında yayımlanan haberleri. Bugün gazetesinde “Can Dündar dubleks koğuşta kalıyor” diye yazabilen Fatin Dağıstanlı’nın Umberto Eco’nun kitabındaki öğüdü pek güzel dinleyip “yaptığı” bu şey -haber demeye dilimiz varmıyor- her halde basın tarihine geçmiştir. Gazete 4 ay sonra kapatılınca, bu tür “yaratıcı!” “yapıntı!” yeni eserlerinden mahrum kaldık...

Sıfır Sayı’da yazılamayacak , girilmeyecek konular listesi uzun. Çevre de buna dahil. “Commendatore ya da yakınlarının atmosferdeki kirlenmenin azalmasıyla ilgili olduğunu kim söylüyor ki”! Çalışanlar uyarı görevinden falan sözetmeye başlayınca da Simei “Bizler velveleci değiliz. Okurlarımıza tehlike çanları çalmayacağız,onları rahatlatacağız” diye susturuyor hemen. Sahi, iktidara yakın gazetelerin okurlarının Cerattepe’de olup bitenden ne kadar haberdar oldu? Sadece Cerattepe diye bir yerde “yavru Gezicilerin, teröristlerin!” olduğunu okudular o kağıt parçalarında o kadar.

Dosya haberciliği konusunda da öğütler var. Aklınıza Uğur Mumcu’nun dosyaları falan geliyorsa, hemen vazgeçin. “Yayıncımız, onu sevmeyen ya da onun sevmediği kişileri istim üzerinde tutmak için bazı bilgilere sahip olmaktan hoşlanacaktır”. Eyyy gazeteciler, velvele yapmayın; patronları, muktedirleri hoşnut edin, halkı da rahatlatın!...

“Meraklı savcıya nasıl çamur atılır”!

Patronun hedefleri büyük olunca, mutlaka işin içine yargı da giriyor. Riminili bir savcı bazı huzurevleriyle ilgili bir soruşturma başlatmıştır. Commendatore’nin de bir yerlerde huzurevleri vardır, oralara “burnunu sokabilir”. Simei bir çalışanı Rimini’ye gönderirken talimatlarını sıralar:

“Yayıncımız meraklı savcıya nasıl çamur atılır konusunu işlememizden hoşlanabilir. Şunu unutmayın ki günümüzde bir suçlamayı çürütmek için tersini kanıtlamak gerekmiyor, suçlayan kişiyi yasatanımaz ilan etmek yetiyor. Devletin bu namus abidesi hizmetkarını izleyin, kimse yüzde yüz namuslu değildir, belki pedofil değildir, ninesini öldürmemiştir, cebine rüşvet girmemiştir ama tuhaf bir şey yapmıştır. Ya da ifademi hoş görürseniz yaptığı şeyleri tuhaflaştırın.”

Talimat yerine getirilir. Acar muhabir savcıyı bir parkta banka oturmuş öfkeyle sigara üstüne sigara içerken fotoğraflamıştır. Ayrıca, Çin lokantasında yemek yemektedir, renkli çoraplar giymiştir ve ayağında spor ayakkabı vardır! Simei pek mutlu olur:“O bir dandy , eskiden dendiği gibi bir çiçek çocuğu. Ot içtiğini hayal etmemize az kaldı. Siz bunun üzerinde çalışın ve karanlık gölgeler düşmüş bir portre yaratın ve adamı gerektiği gibi şekle sokun. Haber olmayan haberden haber çıkarttık işte”!

Kitapta savcı Falcone cinayetinden sonraki toplantıda konuşulanlar daha da vahim gazetecilik dersleri. Simei köşeye sıkışmıştır, böyle bir haber nasıl görmezden gelinebilir? Ama hemen bir çıkış bulur: “Tek bir darbeyle polisi, jandarmayı, Cosa Nostra’yı kendimize düşman ederiz. (...) Gerçek bir gazete çıkardığımızda bir savcı havaya uçurulursa bunu tabii ki yazmamız gerekecek. (...)Genellikle gerçek bir gazete için bile en temkinli çözüm, işi duygusala bağlamak, gidip anne babayla görüşmektir. Seyircinin gözü yaşarır herkes mutlu olur. Hoşnutsuzluğu sol gazetelere bırakalım.”

Kesinlikle yandaş iktidar medyası ve elbette ana akım medya Umberto Eco okumuş! Ya da, belki Umberto Eco onlardan -da- esinlenmiştir!...

“Haber nasıl örtülür?”

Romanda “haber nasıl örtülür, saklanır, görünmez kılınır” konusunda ibretlik öğütler, örnekler var. Yöntem bildik, tanıdık: “X olayı oluyor, söz etmemek mümkün olmasa da çok kişiyi küçük düşürecek bir haber bu; işte o zaman aynı gazeteye tüyleri diken diken edecek, örneğin dört çocuğunu boğan annenin, suya düşecek tasarruflarımızın... haberini koca manşetler atarak verirsen, asıl haber enformasyon okyanusunda boğulur.”

Türkiye’den örnek vermeye gerek var mı? Bakınız, ana akım medyaya. Ülkenin Doğu, Güneydoğu’sunda savaş var, kan dökülüyor. Orada yaşananlar hakkında ne okuyoruz, ne dinliyoruz? Gazetelerde, televizyonlarda gerçekler değil, “duygusala bağlanmış” cenaze haberleri ayrıntıları, Survivor, magazin v.s. var. Araya “haber” sokmaya çalışanlar da birer birer atılıyor. Maksat, saraylarda, yalılarda oturan tüm patronlar hoşnut olsun!

“Trabzon’u kaybetmeyin”

Sıfır Sayı’da sadece ülkemizdeki medyayla ilgili zengin çağrışımlar yok, bir yerlerde bizzat Trabzon’un adı bile geçiyor. İtalyanca›da kullanılan “Trabzon’u kaybetmek” diye bir deyimden sözediliyor ve bununla ilgili iki açıklama aktarılıyor:

“Birine göre Trabzon Karadeniz’in en büyük limanıydı ve tacirler için Trabzon’un rotasını şaşırmak seyahate yatırılmış parayı kaybetmek anlamına geliyordu. Bana daha inandırıcı gelen öteki açıklamaya göre Trabzon gemiler için gözle görünen bir referans noktası ve onu göremeyen yönünü kaybediyordu; pusula ya da kuzey yıldızı gibiydi.”

Bu sözler de “Kandırıldım”, “Meğer Erdoğan demokrat değilmiş” diyen gazeteci, yazar ve “kanaat önderlerine” gelsin! Ve son söz niyetine gülelim. Umberto Eco , Gülün Adı’nda sayfalar dolusu gülmenin caiz olup olmadığını tartışıp bir “gülmeye övgü” başyapıtı yazmıştı. Bu vesileyle AKP içinde “özgül ağırlığı hiçe sayılıp kenara atılan” Bülent Arınç’ı da analım, “Kadın iffetli olacak. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak” demişti bir zamanlar. Kadınların kahkahası da ona gitsin...