İslamcı medya ve kimi AKP vekilleri “2019’da kaybedersek sadece biz değil, sadece Türkiye değil, ümmet kaybeder” diyor. Ümmet ile tüm İslam coğrafyasının Müslümanların birliği ve dinsel kimliği kastediliyor.

Erdoğan’ın ise “yeni Türkiye için değil, tüm İslâm dünyası için bir anlam” ifade ettiğini iddia ediyorlar.

Söz, yetki ve kararın tek elde toplandığı, arkaik modelleri “yeni” olarak pazarlıyorlar.

Tek kullanımlık pet şişeleri gibi, tek kullanımlık kul siyasetçilere, kul gazetecilere alışmamız için de, seçimle gelenlerin tek bir talimatla görevden alındığı, kimi çakma gazetecilerin de bedelli hizmetçilere dönüştürüldüğü süreçteyiz.

Siyasal İslamcı camiada, “Ümmet Hilafete muhtaç” analizleri yapılıyor. Saray’a, “halk aslına, yani baba ocağı hilafete dönmek istiyor” çağrıları yapılıyor.

Ümmetçilik, “tek adamın geleceği” için savunulan ideolojidir. AKP’nin ve siyasal İslamcıların hem kendi iç krizlerine, hem de tek adama dayalı yeni mezhepçi rejim için kullanılan siyasal ve dinsel retoriktir.

“Yeni Türkiye” diye bir şey yok. Aslında eski Osmanlıcılığa “yeni” davet var. Çünkü “İslam Birliği-Ümmette” davet, yeni bir olgu da değil.

“Yeni devlet kuruyoruz” dedikleri şey iyi anlaşılmalı. Siyasal İslamcılık, tarih tekerrür etsin istiyor. 1870’lerin ve 1908’lerin, Birinci Dünya Savaşı sonrası iflas etmiş siyasal İslamcılık ve siyasal ümmetçiliğin rüyasını “yeniden” inşanın içindeler. Merkezi İstanbul olarak düşünülen bu rüya ile İstanbul’u da mahvettiler.

Dün İslam’ın birleştiriciliğini esas alan bu ideolojiyle Hilâfet kurumuna ağırlık vermiş ve “İttihad-ı Osmani” projesine sarılmışlardı. Peki bugün, “Osmanlıcılık” adıyla yeniden özlem duyulan o eski İslamcılık rüyası nedir?

“İslam’ı bir bütün (inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset, eğitim ve hukuk) olarak ‘yeniden’ hayata ve kamusal alana egemen kılmak. Ümmetin birliğini küresel ölçekte ulusal değil, din temelli sağlayan bir hareket yaratmak” olarak tarif edilmişti.

Pratikte yürümeyen bu proje iç ve dış dinamiklerle çöktü. Zira gerçekleşmesi mümkün olmayan ve dipsiz kuyudan su çekmeye benzeyen her ideolojiydi. Değişime direnç gösteren her düşünce akımı gibi krizlerin ve şiddetin mecrasına dönüştü.

Ümmetçilik tutmadı ve tutmayacak. Çünkü birinci dünya savaşı sonra yüzünü aydınlanma felsefesine ve batıya dönen Türkiye’de Osmanlı rejiminin yerine, cumhuriyet ve laiklik ilkesine dayalı yeni bir rejimin kuruluşu temeli atıldı. Yeni rejim eski rejimin savunucularını ve takipçilerini “ümmet” ütopyasını da sarstı.

Siyasi bir ideoloji olarak İslamcılığın ortaya çıktığı dönem, her ne kadar 1908’den sonra Mısırlı Cemaleddin Afgani öncülüğü ile açıklansa da, İslamcılık bir ideoloji olarak, 18. ve 19. yy’da Osmanlı devletinin siyasal ve sosyal krizinden çıkış olarak görülmüştü. Sarayın İslamcılıktan beslenmiş krizine karşı, “yeniden İslam’a dönüş” olarak Halifeliği ve ümmetin birliğini sağlamak için uygun görülmüştü. Saray dinine karşı siyasal din savunuldu. Ama siyasal dinin hedefinde de saraylı hilafet dinini kurmaktan başka bir hedefte yoktu.

Bugünkü, yeni ümmetçilik inşasında “birlikte” görünen iki grup göze çarpıyor; En elit grup, tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi, Hanedanlığını kurmak isteyenlerden oluşuyor. Örtülü şekilde kendilerinin “tanrının yeryüzündeki temsilcisi” sunulmasından memnunlar. Şan, şöhret, güç, makam, iktidar ve dünyevi servetleriyle ümmetin fetva makamı olmayı hedefliyorlar.

Bu elitist “ümmetin” dünyasında, küresel ticaret, vakıflar, zenginlik, araziler, dokunulmazlık ve Batı, ABD, Rusya, İsrail ile samimi iş ortaklıkları var. Çocuklarının payına ABD ve Avrupa’da eğitim ve iş imkanları, yeni rezidanslar, hanlar, hamamlar, saraylar düşüyor. Örtülü ödenekler, hizmetkarlar, binlerce koruma, vs..

Bu kesim uhrevi kıyafet içinde, dünyevi takılır, nefislerinin peşinden koşarlar. Yol arkadaşlarını ise menfaat ilişkileri belirler. Tek dertleri vardır; İktidar!

Ümmetçilikte çoğunluğu oluşturan ikinci kesim ise yığınlardır. “Yeni” olana sorgusuz “şükür” edenlerdir. Şükür pedagojisi ile yetiştirildiklerinden, paylarına sadece kullukta ve müritlikte eşitlik düşer. Onlar sorgulama hakkına sahip olmayan, emre itaat ve fetvalara biat eden siyasi taraftar ve takipçilerdir.

Şeyhlerin parmak işaretine göre yönünü belirleyen, reislerinin ayak izlerine basarak yürüyen ve hareket edenlerdir.

Ümmetin hanedanları, payına sadece takipçilik düşen ümmeti hapsedecekleri uhrevi ve gerici gettolar inşa ediyorlar. Gettoların anahtarlarını ise kendilerini tanrının yer yüzündeki temsilcisi yerine koyan, cemaat şeyhlerine ve siyasal İslamcı akımların teslim ediyorlar.

Halk istemiyorlar, yurttaş haklarını sevmiyorlar. Zira halk, yurttaşların birliğinden oluşan güç, haklar rejimi ise insan hak ve onurunu koruyan değerlerdir. Siyasal İslamcılar ise kulluk rejimi olan ve gücün de tek adamlık rejimi olan Hilafetin elinde olduğu ümmeti vaaz ediyorlar.

Bugün İslamcılığı ve Ümmeti yeniden şahlandırmak için, “yeni Osmanlıcılığı” kullanıyorlar. Zira Ümmetin dünyasında ukde kalmış “cumhuriyet, laiklik demokrasi ve hukuk rejiminden” öç almak var. 19.yüzyıl sonları ve 20. Yüzyılın başında Batı düşmanlığı üzerinden ümmetin birliğini sağlama stratejisinin yerini, bugün kontrollü batı düşmanlığı ve açıktan laik düşmanlığı ile sağlamaya çalışıyorlar.

Özetle, bugün izlediğimiz “renkli film” dün, “siyah beyaz” oynanmıştı. 1945’te bu oyunun figüranı olan “laikçiler”, bugün bu renkli İslamcılık filminin figüranı oluyor, farkında değiller..

Bu oyuna dikkat etmeli.

Dün laiklikten vazgeçerek, bugün de laikliğin kazanılması mücadelesinden vaz geçerek, siyasal İslamcılığa ve tek adam rejimine karşı mücadele verilemez.