Erdoğan’ın, gazetecilerin Babacan’la ilgili sorusuna verdiği yanıt da tartışılmaya değer. Şöyle diyor: “Yolunuz yolunuzdur eyvallah ama şunu unutmayın ki bu ümmeti parçalamaya hakkınız yok. Siz bunu yapıyorsunuz. Bunun parçalanmasıyla da bir yere gidemeyeceksiniz.” Bunun üzerine rivayet muhtelif. Kimi, Erdoğan’a Erbakan’ı ve Refah Partisi’nden ayrılmalarını hatırlatıp bundan alınacak dersleri dile getirmekte, kimi “ümmetin reisi” olarak bağlılığını […]

Erdoğan’ın, gazetecilerin Babacan’la ilgili sorusuna verdiği yanıt da tartışılmaya değer. Şöyle diyor: “Yolunuz yolunuzdur eyvallah ama şunu unutmayın ki bu ümmeti parçalamaya hakkınız yok. Siz bunu yapıyorsunuz. Bunun parçalanmasıyla da bir yere gidemeyeceksiniz.”

Bunun üzerine rivayet muhtelif. Kimi, Erdoğan’a Erbakan’ı ve Refah Partisi’nden ayrılmalarını hatırlatıp bundan alınacak dersleri dile getirmekte, kimi “ümmetin reisi” olarak bağlılığını sergileme telaşına girmekte, kimi de haklı olarak “ümmet kim” sorusunu sormakta.

GERÇEKTEN ÜMMET KİM?

Bildiğiniz gibi, ümmet, Hazreti Muhammet’in yolundan giden Müslümanların tümünü kapsamakta. O zaman da kafalar karışıyor; Erdoğan kimi kastetti?

Örneğin Türkiye’nin -sözde kalsa bile- laik bir ülke olduğunu düşünürsek ümmetten değil vatandaştan söz edilmesi gerekirken, buradaki ümmete “niyet neyse zikir de odur” mu demeliyiz?

Açıkçası, şaşırtıcı değil… Erdoğan’ın demokrasiyle ilgisi malum!… Bu anlayış içinde halka kurduğu en güçlü bağın “ümmet” anlayışı içinde geliştiği de biliniyor. Selvi de, Hürriyet’teki yazısında Erdoğan’a “ümmetin reisi” denildiğini yazmakta ki, bildiğimiz reisliğin temelinde ümmetin yattığını, dilinde düşmeyen davanın da bununla ilgili olduğu anlaşılıyor.

Kısacası, vatandaş değil, halk değil, toplum değil de ümmet denilmesinin nedeni açık.

Yine de ümmet diye düşünülen, yalnız AKP‘liler mi, yoksa hangi partiden olursa olsun % 99’unun Müslüman olduğu söylenen bu ülke insanlarının tamamı mı gibi bir soru var. Hatta neo-Osmanlıcılık hevesleri bilindiğine göre ümmeti dünyada 1,8 milyarı bulan tüm Müslümanlara kadar mı uzatmalıyız?

Gerçi, geçmişte de neo-Osmanlıcılık beklentileri kendilerinden başka kimsenin umurunda değildi ama şimdi bu iddialar daha da tavsamış durumda. Bir yandan Ortadoğu’da bile dosttan çok düşmanları var; öte yandan Türkiye’nin laik, demokratik, modern bir devlet olma iddiaları eskisi kadar taraftar toplamıyor.

Sudan halkı bile başındaki ceberutlara başkaldırmış, kendine demokratik bir yol ararken, Türkiye ancak “olumsuz dersler” alınacak bir model olmakta!…

Sonuç olarak en makul açıklama, kendi içleri ve yakınlarından yeni bir partinin doğacağı, bu partinin AKP oylarına talip olacağı da düşünülürse, ümmet diye kast edilenlerin AKP’liler olduğu noktasına gelmekte.

AKP içinde ve destekleyenleri arasında ümmet olmaya itiraz etmeyecek epeyce bir kalabalık olduğu düşünülürse, bu konudaki niyet ve zikrin amaca uygun olduğu söylenebilir. Ammaa, dindar çevreleri telaşa sokan ve İstanbul seçimlerinde de ümmet olmaktan vazgeçip “vatandaş” olmaya doğru giden muhafazakar çevrelerin genç kuşakları düşünülürse, niyet ve zikir eskisi kadar uygun görülmeyebilir.

O nedenle, Erdoğan’ın ümmetini daha da daraltmak gerekecek.

Muhafazakâr ailelerin kadın-erkek gençlerinin değişim yolunda olduğu sır değil… Bu nedenle, dindar cenahta, AKP iktidarıyla adım adım ilerledikleri yolun, şimdi yalnız laik çevrelerin karşı koyuşuyla değil kendi içlerindeki gençlerin karşı koyuşuyla da tehlikede olduğu yolunda bir korku peydahlanmış durumda. Bunun AKP’nin gerilemesi gibi, davalarının, yani İslam devleti hayalinin gerilemesi gibi bir tehlike barındırdığını düşündüklerinden, “beka tehlikesi”, yalnız AKP değil siyasal İslam için de geçerli!… Birçok yazarın sivri kalemleriyle bir yandan ailenin, öte yandan “İslam’ın” çöküşünden dem vurarak muhafazakar çevrelerde korkuları diri tutmaya çalışması da bundan!

Yine de değişim başlamış durumda, durdurulması da mümkün değil.

Özellikle eğitimli gençler arasında kendi yaşamlarını yaşamak, özellerine sahip çıkmak, farklılıklarla birlikte var olmak gibi tartışmalar yapılırken, vatandaşlık, haklar ve özgürlükler, demokrasi gibi konularda da kendi tanımlamalarını aranacağına kuşku yok.

Bu tartışmaları yapanlar arasında kadınların başı çekeceğini söylemekse abartı olmaz; sorularına uygun yanıtları da laiklik anlayışı içinde bulacaklarını söylemek de kehanet sayılmaz.