Bir öğretmenin bisikletiyle salgın süresince her gün köyleri dolaşarak öğrencilere kitap dağıtması, gazetelerde çok küçük bir haber olarak yer aldı. Aslında inşa ettiği durmaksızın bir eylemi sürdürme kararlılığıydı, çocukların yaşamına dokunmaktı, umudu örgütlemekti...

Felaket, kriz olaylarının ardından toplum yaşadığı travma ile mücadele etmeye çalışırken olağan zamanlarda yaşama geçirilemeyecek düzenlemelerin devletler tarafından yapıldığına dair dünya tarihinde çok örnek var. AKP “şok doktrini” diye adlandırılan bu politikaları her dönemde yaşama geçirdi. Salgın dönemini de bir “lütuf” olarak değerlendirerek kamusal yaşamı yeniden düzenlemeye, on sekiz yıllık ajandasını uygulamaya devam etti.

Salgın sırasında virüsün yayılımının yoksullarla zenginleri eşit etkilediğini öne sürenleri yaşadığımız gerçeklik yalanladı. Virüs zengin mahallelerine pek uğramadı, nadiren uğrasa da hızlıca sağlık hizmetlerine ulaşabildiler. Yoksul mahallelerin, işçilerin, emekçilerin yoğun yaşadığı yerlerde vakaların artış yoğunluğunu gördük; “en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiği halde” çalışmak zorunda bırakılanların emekçilerin gerçekliğini birlikte yaşadık. Her gün açıklanan veriler ise sadece sayılardan ibaretti. Yaşamlar, yaşanılanlar, yaşatılanlar “muktedirler” için yalnızca bir rakamdı.

Virüsün yayılım hızı haritası; bilgisayarı, internet bağlantısı olmadığı için uzaktan eğitime erişemeyen yoksul aile çocuklarının haritasıydı. Haftalardır süren uzaktan eğitim tanıtımlarının mevsimlik tarım işçisi, kırsal bölgelerde, yoksul mahallelerde yaşayan, “evime ekmek götüremiyorum” diyen yurttaşların çocukları açısından hiçbir karşılığı yoktu. Kamusal sağlık, kamusal eğitim sınıfsal bir meseleydi ve “yeni rejim” yıllarca bu “hakikat” üzerinden inşa edildi.

Salgın sürecinde bir yandan büyük felaketlerin daha baskıcı iktidarlar yaratacağı tartışmaları yapılırken bir yandan da kamuculuk politikalarının dönüşü olmayacak şekilde yaşama geçirileceği, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, devletlerin yoksulları, emekçileri esas alan politikalar uygulamak zorunda kalacağı tartışmaları sürdürülüyor.

Lenin’in dediği gibi “Yöneticilerin artık halkı eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemeyeceği” bir dönemin, mücadelenin örgütlenebilmesi ise bizim ne yapacağımız meselesinde saklı...

“Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele.” diyor ya büyük usta... Şok doktrinlerini uygulayanlar, çocuklarımıza geleceksizlik dayatanlar değil; başka bir yaşamı, kazanılacak bir kamusallık mücadelesini örgütlemenin kararlılığı belirleyecek önümüzdeki dönemi...

Ortak gelecek umudu siyasaldır. Umut kararlılıktır, vazgeçmemektir, teslim olmamaktır. Dünyaya, insanlığa ait değerleri inşa etmektir.

Holloway; “...kurtuluşu düşlediğimiz için feryat ediyoruz. Uçurumdan yuvarlanırken az sonra aşağıdaki kayaların üstünde parçalara ayrılacağımız için değil, hala başka türlü olabileceğini umut ettiğimiz için haykırıyoruz” diyor.

Biz; bir öğretmenin bisikletiyle köy köy dolaşarak umudu örgütleme ısrarının devrimci bir eylem olduğunu mücadeleyi sürdürme kararlılığına bir yaşam adayan arkadaşlarımızdan biliyoruz. Kaybedişimizin sekizinci yılında sevgiyle andığımız, yolculuk düşlerinden bir an olsun vazgeçmeyen yol arkadaşımız Sevgi Evgin Göyçe’den biliyoruz.