Cumartesi Anneleri’nin hafıza tazeleyen veya bizzat hafıza oluşturan niteliği biliniyor. Onlara bakarken veya onlardan söz ederken umudu, mücadele karalılığını görmek de geçmişe dönük kimi acılı sahneleri anımsamak da mümkün

Umudumuzun anneleri

MEHMET YEŞİLTEPE / mytepe1960@gmail.com

Hiç bu denli önemli olmamıştı
kalpten kalbe insan yoldaşlaşması.
Kimlikte bir istila ve soy kırmaya dönüşmüş
yabancılaştırma operasyonları.
Geceleri uykuda ruhlarımızın kapısını kırıyor
harami soyundan gelenler.
Bir çocuk ölüyor her birimizin nazarında
henüz anne sütünden bihaber.

Annelerle anılan ve anlamlı bir maratona, bir yaşam biçimine dönüşen Cumartesi direnişleri başlayalı 21 yıl oldu. Onlardan önce farklı coğrafyalarda da benzer tohumlar ekilmişti. Tutukluların uyuşturularak uçaklardan denize atıldığı Arjantin’de, 13 Nisan 1977’de Plaza de Mayo’da anneler bir araya geldiklerinde, ülkede muhalefet ve itiraz adına adeta yaprak kımıldamıyordu. Ancak, annelerin bizzat kendisinin ve avukatlarının da kaybedildiği yoğun saldırılara rağmen direniş devam etti, “Affetmiyoruz, Unutmuyoruz” sloganıyla büyütülen mücadele uluslararası boyuta taşındı, benzer acıların yaşandığı coğrafyalarda yoldaş annelerle dayanışmaya girildi.

Yeniden doğum gibi

Türkiye’de Cumartesi Anneleri, geçtiğimiz hafta 600. kez toplandı. Onların mücadelesi, Galatasaray oturmalarından önce de vardı. Onlar, gözaltına alınan çocuklarının peşinde işkencehane ve hapishane kapılarında veya bizzat kendi davaları içinde bu büyük direnişin mayalayıcısı oldu. Adları Didar Şensoy, Fatma Morsümbül, Berfo Ana… Mücadeleleri, çaresizliği çareye, acıyı umuda çevirdi, kaybedenleri yendi. Belki kaybedilen çocuklarının cenazesi bulunamadı ama değerleriyle içselleşmiş onursal varlıklarını sonsuza dek yaşatacak bir yolun taşları dizildi. Deyim yerindeyse anneler çocuklarını yeniden, üstelik kimsenin onlardan söküp alamayacağı biçimde doğurdu.

Kaybetmek egemenlerin aczidir

Sınıflı toplum tarihi boyunca egemenler; eşitsizlik, hukuksuzluk, adaletsizlik üzerine bina ettikleri sömürü düzeninin devamı için hemen her yola başvurmuş, her türlü tepkiyi, itirazı, direnç eğilimini bastırabilmek amacıyla işkencenin de tecridin de fiziki imhanın da çeşitli biçimlerini geliştirmiş, bu alandaki kirli tecrübe güncellenerek bugüne dek taşınmıştır. Kaybetmek, mezarının dahi olmasını istememek, iz ve hafıza silmenin yanında sindirme amacını da taşır. Bu, hem fiziki hem de ideolojik ve psikolojik bir saldırıdır.

Egemenler, haksız bir zemine bastıkları ve tarihsel olarak kaybetmeye mahkûm oldukları için devrimcileri, muhalifleri, direnenleri kaybediyorlar. Bu aynı zamanda korku salarak yıldırmanın, etkisiz kılmanın ve başkasına ders olacak şekilde cezalandırmanın; tehcir, tedip ve tenkilin konsantre biçimidir.

Devletler düzeyindeki örgütlü kötülüğün ve saldırıların küresel boyut aldığı günümüz koşullarında, umutsuzluğun ve çaresizliğin yaygınlaştırılması, insanların bireyciliğinin en dar sınırlarına kadar geriletilip teslim alınması için her yol deneniyor. Gericilik ve bireycilik rüzgârları estiriliyor.

Bu koşullarda kolektivizmin, dayanışmanın, “biz” olmanın, ölümü bile yenebilmenin yaratıcı biçimi olan Cumartesi Anneleri’nin direnişi büyük önem taşıyor. Onlar, bir alanın çok ötesine taşan bir direnç ve umut kaynağıdır. Kaybettikleri çocuklarına da onlarla yoldaş başka çocuklara da kavuşmanın yolunu bulmuş, yol gösterici bir konuma geçmiştir.

Çeşitli coğrafyalarda egemen sınıfların aynı yönteme başvurması, aralarındaki benzerlik, sınıfsal duruşlarıyla doğrudan ilintilidir. Şeklen farklı olsa da gerçekte gaz odalarından fırınlara, çarmıha germeden asit kuyularında yok etmeye kadar başvurulan tüm yöntemler bir yanıyla da cellâdın aczidir; çünkü o kaybettiği bedenlere karşı bile yenik düşmekte, şairin dediği gibi tükenmektedir öldürdükçe…

Kenan Evren yok ama muadilleri var

600. buluşma eylül ayına denk geldi. Artık Kenan Evren yok ama muadilleri var. Askeri cunta yok ama sivili var. Sıkıyönetim yok ama OHAL var. Hurşit Külter’i unutmadan söylemek gerekirse, şimdi belki geçmişteki kadar insanlar kaybedilmiyor, bedenleri çalınmıyor ama gelecekleri çalınıyor, hayatları karartılıyor. Ölümlerin sayısı da azalmış değil. Sadece, yöntem ve araçlar değişmiş. Dün, devletin bizzat kendisi kaybederken bugün Suruç’taki gibi, Ankara 10 Ekim saldırısı gibi yöntem ve araçlar değişmiş ve çeşitlenmiştir.

Devlet ne zaman ki daha kullanışlı yöntemler buldu/geliştirdi, o zaman Çatlıların, Kırcıların, “Hizbulkontra”nın yerini, gerçekte onların resmi muadili sayılabilecek güncellenmiş özel birimler (özel harekât vb.) aldı. Yargı, bir bütün hâlinde bir infaz aracına, bir saldırı ve teslim alma mekanizmasına çevrildi ve o alandaki irade tekleştirildi.

Evet, bugün 90’lı yıllarda olduğu gibi insanlar faili belli olmayacak şekilde kaçırılarak, domuz bağıyla, satırla vb. öldürülmüyor ama torba davalarla, üretilmiş delillerle gelecekleri karatılıyor veya ağırlaştırılmış müebbetle, tek başına bir hücrede zamana yayılmış ölüme mahkûm ediliyor.

Aklıma İsmail Bahçeci geldi

Cumartesi Anneleri’nin hafıza tazeleyen veya bizzat hafıza oluşturan niteliği biliniyor. Onlara bakarken veya onlardan söz ederken umudu, mücadele kararlılığını görmek de geçmişe dönük kimi acılı sahneleri anımsamak da mümkün. Bu kez aklıma 24 Aralık 1994’te kaybedilen İsmail Bahçeci geldi. Çok kısa bir süre sonrasında ben Ankara’da gözaltına alınmış ve “Seni de İsmail Bahçeci gibi kaybederiz” tehdidiyle, yani bir çeşit “İsmail’i biz kaybettik” itirafıyla karşılaşmıştım.

Beni “Derin Araştırma” yapmak üzere, adını DAL koydukları “Laboratuarlarına” götüren polisler ilkin kaydımı yapmamış, kaybetmeyi göze alacak biçimde yoğun bir işkenceden geçirmişlerdi. Aynı yerde kısa bir süre önce Kenan Bilgin işkenceyle katledilmişti. İsmail ise işkencecilerin dilinde hâlâ taze bir olaydı ve ondan haberdar olduklarını gizlemeyen bir rahatlıkla hareket ediyorlardı.

Bu türden yaşanmış binlerce örnek var. Tek tek her biriyle ve bir arada hepsiyle empati kurmaya, bir hafıza oluşturmaya ve hesap sorma bilinciyle hareket etmeye ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın daha da güncellenmiş ve kapsamlı biçimi, bugün içinden geçmekte olduğumuz zorlu koşullarda kendimizi Cizre’de de Cerattepe’de de, Aslı Erdoğan ve Nemciye Alpay’ın yanında da hissedebilmeyi, kelepçeyle de kurşunla da muhatap edilen muhalif tüm kesimlerin yanında olmayı gerektiriyor. Böyle bir duygudaşlık ve yoldaşlık için Cumartesi Anneleri bir katalizör maya işlevi görmelidir.

Mezarları yok ama adresleri var

Bugün belki kayıpların mezarları yok ama adresleri var. Onlar için atan tüm kalpler, onlar için kapılarını açık tutan tüm gönüller, özellikle de sadece resimlerini değil kendilerini taşır gibi her cumartesi Galatasaray’da yerini alan anneler, kalıcı/değişmez birer adrestir. Dünyanın tüm sabahlarını hak eden sabırlarıyla ve verdikleri mücadele ile “Gecenin en karanlık an’ı şafağa en yakın olan andır” sözünü an’a taşımış, bugünkü gibi darbe koşullarında da çaresiz olunmadığını somutlamışlardır.

Cumartesi Anneleri, aynı zamanda her an yazılan ve sürekli güncellenen bir derstir; bu dersin gereği olarak, kayıpların mücadelesini bugün kaybedilmek istenen değerlerimizle birleştirerek, itirazı ve hesap sorma bilincini umuda ekleyerek; Berkin’le, Medeni’yle, Cemil Kırbayır’la aynı safta yürüyor gibi birleşik mücadele perspektifini tüm itiraz ve alternatif alanlarına taşıyabilmeliyiz. İyi ki varsınız umudumuzun anneleri.