Yazmak, hakikati aramak başlı başına bir eylem ve itirazdır. Bu yüzden en ‘umut’ içermeyen eserler bile bakış açısına göre başlı başına umudun kendisi olabilir. Hatta sonu olmayan bekleyişler bile!

Umudun edebi seyahati

İLKE KAMAR

Temel kavramlar, çoğu zaman ortak bir tanımda buluşmadığından hep tartışmalı konular kapsamına girer. Daha önemlisi -alandan bağımsız- insanlar üzerinde etki yaratmak isteyenler için de çok kullanışlıdır. İşte ‘umut’ tam da böyle bir kavram ve kökü varoluşumuza kadar uzanır. Dün olduğu gibi bugün de yeryüzünde umut üzerine herkesin söyleyecek birkaç cümlesi var. Umutsuz olanlar bile bazen umudu anlatır bize. Bu kelimenin bağımlıları arasında tarih boyunca gücü elinde bulunduranları da hatırlatmakta fayda var. Gerçi bugün de değişen bir şey yok. Liberal demokrasinin olmazsa olmazı. Bu yüzden umut hep yanı başımızda. Geçmişte daha çok Tanrı’ya olan güvendi umut. Dinsel kullanımda, Tanrı’nın varlığı umudun kendisiydi.

Felsefe geleneğinde ise umuda temkinli yaklaşımın ağır bastığını görürüz. Örneğin Platon ve Aristo umudun zarar verici olabileceğini söyler. Platon’a göre umut gerçekleşmesi mümkün olmayan şeylere dönüktür. Aristo da umudun uzak bir geleceği işaret ettiğini, oysa kişinin umut ettiklerini yakın ve ulaşılabilir görebileceğini, bunun da kişiyi aldatacağını savlar. Spinoza ise umudu istikrarsız bir haz olarak nitelendirir. Düşünürler içinde umuda olumlu yaklaşan Philo’dur. Ona göre umut insan ruhunun sahip olduğu en değerli şeydir. Thomas Aquinas da umut kavramına benzer bir anlam yükler.

İyimserlik ve umut

Tarih boyunca ortaya çıkan yeni disiplinlerin de umut kavramına farklı açılardan baktığını söyleyebiliriz. Örneğin Gabriel Marcel umudun fenomenolojisine ve metafiziğine odaklanır. Marcel, ‘mutlak umudun insanı yapıtaşlarının özelliklerini belirtirken, onun haddini aşma ve meydan okumayla hiçbir şekilde uzlaşmayacağını savunur; mutlak umudun, aslen sessiz ve sakıngan olduğunu belirtir.’ Ve tabii ki konu umut olunca Ernest Bloch’a değinmeden olmaz. O umuda insanlığın gelişmesi bağlamında bakar. Umut İlkesi eserinde daha iyi bir gelecek için, insanın kendi potansiyelini harekete geçirmesini önemser. İşte bunun için yani harekete geçmek için de umuda ihtiyacımız var. Bloch, gerçeklikten uzak bir hümanizmle eleştirilir. Bu eleştiriyi en güçlü şekilde yapan da Marksist edebiyat kuramcısı Terry Eagleton olur. O, Bloch’u umudu öznesiz-nesnesiz kılmakla eleştirir. Ve bu noktada da ‘iyimserlikle’, umudu birbirinden ayırmak gerektiğini söyler Eagleton. Ona göre iyimserlik pasifleşmeyi yani kabul etmeyi doğurur. Bu yüzden ‘iyimserler’ değişimi gerekli görmezler çünkü geleceğe dair duydukları olumlu bir güven söz konusudur. Bu aynı zamanda şimdinin de onaylanması anlamına gelir. Oysa umut değişim talep eder ve eylemsellik içerir. Umutsuzluk ise daha radikal bir tavrın önünü açar. Terry Eagleton’ın ‘İyimser Olmayan Umut’ kitabı en genel anlamıyla kavramı tartışırken ‘umutsuz olmayın’ mesajını da güçlü bir biçimde verir.

Bekleyiş ve umut

Umudu konu eden filozoflar, düşünürler dışında edebiyat umuda nasıl yaklaşır ve edebiyat daha iyi bir gelecek için bize umut verebilir mi? Çok kapsamlı ve tartışmalı cevaplar içeren soru bu yazının konusu değil tabii. Ama nitelikli edebi eserler, hakikati bulmak için insan ruhunun, tarihin, toplumsal hayatın en karanlık köşelerine sızmaya çalıştıklarından hayata ‘iyimser’ yaklaşmadıklarını söylemek abartılı bir yorum olmaz. Dahası yazmak, hakikati aramak başlı başına bir eylem ve itirazdır. Bu yüzden en ‘umut’ içermeyen eserler bile bakış açısına göre başlı başına umudun kendisi olabilir. Hatta sonu olmayan bekleyişler bile!

Dino Buzzatti’nin Tatar Çölü’ndeki Teğmen Giovanni Drogo’nunki böyle bir bekleyiştir örneğin. Drogon’un ilk görev yeri olan Bastiani Kalesi’ne gitmek için evinden ayrılmasıyla başlar hikâye. Bastiani Kalesi’ne sadece dört ay kalmak düşüncesiyle giden Drogo, Tatar çölünün bulunduğu bu yerde diğer askerler gibi kuzeyden gelecek düşmanları bekler. Kuzeyden düşmanların geleceği ve onlarla savaşacağı umuduyla geçer yıllar. Ve nihayet o gün gelip düşman kaleye saldırmak için hazırlık yapmaya başlasa da Drogo umutla beklediği bu anı yaşayamaz. Çünkü savaşamayacak kadar hasta ve yorgundur. Bu yüzden kaleden gönderilmiştir. Buzzatti, Drogo’nun yıllar içinde giderek can çekişen umudunu ve bekleyişini dile getirirken roman boyunca umudun dinmezliğini hissettirir okura.

Godot’yu görme umudu

Samuel Beckett’in, Aydınlanma karşıtı öğelerin altını çizdiği ve baskın ideolojiyi irdelediği Godot’yu Beklerken’inde ise, sürekli birinin geleceği umuduyla yaşayan karakterler karşımıza çıkar. Vladimir, Estragon, Pozzo ve Lucky gerçeklik olgusundan kopuk sıkıntılı bir görünüm içindedirler. Kronolojik bir zamandan da söz edilemez. Karakterler geçmişi belli belirsiz hatıralarla anımsar. Bununla da kalmaz geçmişten gelen sesler duyarlar. Saatlerin geçmek bilmediği Godot’yu Beklerken’de zamanla beraber uzam da bütünselliğini yitirir. Geçmiş ve gelecek ayrımını yapamayan karakterleri kapsayan tek zaman şimdidir. Godot ise belirsizdir. Varlıkla yokluk arasında gidip gelir. Tek gerçeklik ise Godot’yu beklemektir. Endüstri devrimi, savaş ve kapitalizm gibi nedenlerle her şeyin anlamını yitirdiği bir dünyada hayatta kalmak için tutundukları tek şey Godot’dur. Bekleyişleri ve onun geleceği umudu hiç bitmez.

Sisifos’u mutlu ve umutlu düşünmek

Albert Camus ise Sisifos Söyleni kitabında modern insanın uyumsuzluk duygusu ve beraberinde gelen umutsuzlukla baş etme mücadelesini anlatırken insanın kendi sınırlarını aşma kapasitesine temas eder. Yunan Mitolojisi’nde Tanrıların hep yeniden aşağı yuvarlayacağı taşı, tepeye çıkarmakla cezalandırdıkları Sisifos, taşı belirlenen noktaya çıkarırken yeniden aşağıya düşeceğini bilmesine rağmen taşımaya devam eder. İşte Camus, boşuna olduğunu bildiği halde vazgeçmeyen, direnen insanın portresini çizer. Yaptığı iş anlamsız ve yararsızdır ama umutsuzlukla baş etmek için mücadele devam eder. Camus’ya göre umut başkaldırının ve yaşamın anahtarıdır adeta. Kitap, modern insanı çevreleyen tüm olumsuz koşullara rağmen Sisifos’u umutlu düşünerek yeniden kurar. Boşuna olduğunu bildiği halde direnen insana işaret eder. Ona göre: “Yaşamın anlamı ancak, dünyanın saçmalığını ve yenilginin daima tekrarlanacağını bile bile kötülüğe direnmek olabilir, insanlığa gerçek boyutlarını ancak bu başkaldırı kazandırabilir.”
Dünyada yaşayan her canlı için koşullar git gide ağırlaşıyor. Son bir yılda yaşananlar dahi karamsar olmak için yeterli ama yine de Nâzım Hikmet’in dediği gibi:

Ve güneş doğarken hiç umut yok mu? Umut, umut, umut…

Umut İnsanda!