Erdoğan, “Bugünün gençleri bilmez… Yaşı 25-30’un altındaki gençler zannediyorlar ki Türkiye hep böyleydi” diyerek, “Gençlere eski Türkiye’yi anlatmalısınız” ödevi verdi ya emeklilere, gençlerde bir gayret bir gayret… Herkes birbirine eski Türkiye’yi anlatıyor.

Cumhurbaşkanı; eski Türkiye’de yağ almak için nüfus cüzdanlarına vurulan mühürleri, onlardan önce olmayan MR’ları, tomografileri, ultrasonları, köpekler tarafından çekilen ambulansları gençlere anlatmalarını “Türkiye’nin hafızası” emeklilerden isteyince, gençler ön alıp sosyal medya ortamlarında birbirlerine anlatmaya başladılar.

“AKP gelmeden biz insan değildik, maymunduk” diyeni mi ararsınız, “Elimizde mızrak ava çıkıyorduk, mağarada yaşıyorduk” diyeni mi?

Bir de “Arnavut Selim” var, ciddi ciddi eski Türkiye’yi anlatan; “Kredi kartımız yoktu. O yüzden bakkala falan borç yazdırırdık. Bakkallar süpermarket olmadığı için haciz falan gelmezdi. En fazla borç takar bir sabah erkenden taşınırdık… Mahallenin imamından dayak yemek işin şanındandı ama tecavüz edilmek kimsenin aklına gelmezdi” diye.

Şimdi, tartışma bu minval üzere devam ederken; ultrason 1972’de A.Ü. Tıp Fakültesi’ne geldi, tomografi 1976’da Hacettepe’de kullanıldı, MR 1989’da Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde kullanılmaya başlandı diye malumatfuruşluk yapmanın anlamı yok. O zamanlar daha AKP yoktu demenin de...

İşi abartıp; insandan çok önce yarasalar ultrason kullanıyor, karanlık mağaralarda ultrason dalgalarının yansımalarını dinleyerek yollarını bulabiliyorlardı demenin hiç anlamı yok.

Eski böyle kötülenir, her fırsatta itilip kakılırken, ben de on yıllar sonrasının geleceğine bakıp yüzyıllar öncesinin geçmişine öykünüyorum.


Muharrem İnce gelecek diyor. Bilişim teknolojileri ile endüstri faaliyetlerini birleştiren Endüstri 4.0’dan söz ediyor. Bütün üretimi robotların yaptığı, insan işçinin olmadığı bir gelecek…

Üretim için milyonlarca emekçiye gerek kalmayan o gelecekte insan ne olacak? Düzenin efendileri mülksüz insanı avlanacak “insan dışı bir tür” muamelesi mi yapacak? Kimi bilimkurgu eserlerde olduğu gibi robot ordularını mı salacak bu “insanlar”ın üzerine?

Eğer çok az insanın gerçekleştirebildiği muazzam üretimi ihtiyaca göre bütün insanlara bölüştürecek bir yüce ahlaki düzen kuramazsak olacağı o.

“E ama olmaz ki, insanın fıtratına aykırı” diyorsanız; öyle ultrason, MR falan bilmeyen Afrika kabilelerine bir bakın. O “ilkel” denilen insanların erdemine…

Köşenin “Bu da ne ki?” dediğiniz başlığı; insan başka insanlarla ve başka insanlar sayesinde insan olur anlamına geliyor. İnsanlığımızı başkalarının insanlığını kabul ettiğimizde kanıtlamış oluruz, demek. “Benim çünkü biziz!”

Ara sıra sosyal medyada dolaştırılan bir antropolog hikâyesi var: Bir Afrika kabilesinin alışkanlık ve adetlerini araştıran antropolog sürekli etrafında dolaşan çocuklarla bir oyun oynamaya karar verir. En yakın kasabadan getirttiği bir torba şekeri süslü bir sepete doldurup bir ağacın altına koyar. Ağacın uzağında çizgi halinde dizdiği çocuklara; “Ben ‘haydi’ dediğimde koşacaksınız, ağaca ilk ulaşan şekerleri alır” der.

Çocuklar, antropoloğun “haydi”siyle birlikte el ele tutuşarak hep beraber ağaca koşarlar. Aynı anda sepete ulaşırlar ve şekerleri paylaşırlar. Neden böyle yaptıklarını soran antropoloğa da “Ubuntu” derler, “Diğerleri üzülürken içimizden biri nasıl mutlu olabilir ki?”

“Ubuntu bir felsefedir” der Desmond Tutu; “İnsan olmanın özüdür. Ubuntulu bir insan başkalarının beceri ve iyiliğini kendine tehdit olarak görmez. Başkalarının aşağılanması, baskı, işkence görmesiyle kendini de aşağılanmış sayar.

Ubuntuya göre hepimiz arasında bir bağ vardır ve biz, bizi diğer insanlara bağlayan o bağ sayesinde insan oluruz.

Ubuntu kimsenin kendi başına insan olamayacağını ve ubuntu sahibinin paylaşıcı olduğunu söyler.”

Bantu dilinde “Ubuntu”, Zulu dilinde “Umuntu Ngumuntu Ngabantu”; çok eskiden, MR falan yokken bile var olan bir şey.
Asıl gelecekte lazım olacak ama şimdiden yaratmak gerek!