Hani, mutaassıp bir kadını düğünde oynamaya zorlamışlar. Önce naz etmiş, ısrarlar üzerine yerinden kalkmış...

Hani, mutaassıp bir kadını düğünde oynamaya zorlamışlar. Önce naz etmiş, ısrarlar üzerine yerinden kalkmış, “Allah’ım günah yazma” diye mırıldanarak gönülsüzce oynamaya başlamış. Tam o sırada müzik hızlanmaz mı? Aslında şöyle bir oynar gibi yapıp yerine oturmaya niyetli kadın kendini müziğe kaptırmış ve “Allah’ım biraz yaz, biraz yazma” diye sürdürmüş oynamayı. Lakin oynadıkça açılmış, açıldıkça coşmuş ve artık bir yandan şıkır şıkır oynarken bir yandan da avaz avaz bağırmaktaymış: “İster yaaaz, ister yazmaaaa!”

Yani? Hani, seçim sonrası balkon konuşmasında Başbakan demokrasiden söz etmek zorunda kalmıştı (“Allah’ım günah yazma”), ardından konuştukça açılmış (“Biraz yaz, biraz yazma”) ve nihayet mecliste yemin etmeyen ve hatta gelmeyen CHP ve BDP’ye dönüp haykırmıştı:

“İster gel, ister gelme!”

Demokrasi? İşte budur!

Ama yine de rejimin niteliği tartışılıp duruyor. Bu tartışma çok önemli: Elbette demokrasi değil, faşizm de değil. AKP’ye oy vermeyenler için diktatörlük olacağı aşikâr ama AKP’ye oy verenler için demokrasi olabilecek mi? Bu da saçma... AKP demokrasisinin nimetlerinden öncelikle faydalanacaklar, istatistik hesabıyla belki kestirilebilir: Cemaatler hâlihazırda toplumun yüzde 6’sında örgütlüymüşler. Efendim MÜSİAD üyesi şirketler de en büyük 500 şirket arasında ancak yüzde 5 kadarmış. Mutlu azınlık! Ama şimdi bu durumda TÜSİAD filan AKP demokrasisinden yararlanamayacak mı? Ne münasebet! Bunların aslında bizim anladığımız anlamda demokrasiye ihtiyaçları olduğunu kim söyledi?

Şimdi bu yeni rejimin en belirgin özelliği elbette sahip olduğu “kitle tabanı”. Cemiyetin de giderek cemaatleşmesi... Ve kayda değer bir kitle mobilizasyonu var işin içinde. Devleti hemen her düzeyde “ele geçirdikleri” için, Althusser’in ünlü “devletin ideolojik aygıtları” bahsi, tartışmanın burasında (ama ters açıdan) devreye girebilir. Althusser, bu tezinde kapitalizm koşullarında diğer ideolojik aygıtlar arasında (mesela din-Kilise’ye kıyasla) eğitimin ön plana çıkmış olduğunu söylerdi. Şimdi Türkiye’de dinsel ideoloji eski mevzilerine geri dönmüyor mu?

(Althusser dedim de aklıma geldi. Malum, şimdi birer AKP solcusu olan liberallerin bir kısmı vakti zamanında çok sıkı Althusserciydiler. Bu sıralar yaptığım bir çalışmada şu bilgiyle karşılaştım: Althusser, Kiliseyle sıkı fıkı olan eski solcu aydınları “sahte peygamberlikle” suçlamıştı.  Çünkü bu sahte (yalancı) peygamberler, Althusser’e göre,  “sınıf mücadelesi olmayan bir sosyalizm” “sözel, ahlak dersi veren bir sosyalizm”,  peşindeydiler.  Kaynak: Louis Althusser, The Spectre of Hegel: Early Writings, s. 30)

Netice itibarıyla ideolojik kategoride, seçimler sayesinde yüzde 50 bir “rıza” oluşturmuş haldeler. Elbette bu denklemin diğer tarafı da yüzde 50 “arıza” demektir.

Peki, bu arızayı en fazla kimler çıkarır? Elbette öncelikle Kürtler, sonra güçleri ölçüsünde devrimciler, sosyalistler... Şimdi bütün manevralar öncelikle Kürtlerin devrimcileşmesini, solculaşmasını önlemek üzere yapılıyor. Cengiz Çandar raporu bu gözle de okunmalı. Kürt meselesine kapitalizmin ve bölgenin rasyonelleri doğrultusunda bir “çözüm” elbette bulunabilir. Yeter ki Kürtler de komünist olmasın! Hopa’dakilerden filan uzak dursun. Ya olurlarsa?

İşte bunun cevabı geçenlerde Cemaat kanalının hani şu her şeyi önceden bilen dizisi var ya, orada verilmişti. Dizide cemaatin polis içindeki şeflerinden birisi şöyle diyordu: “İnançsız ve imansızların kanı da, canı da, malı da Müslüman’a helaldir!” (Paranoyak olmak için sebep çok: Tahliye edilen Hizbullahçı tetikçiler firarda; işbaşındakiler elini kirletmeden, yeni faili meçhuller furyası kapıda! Vay canına!)

En son Taraf gazetesinde Mehmet Baransu çok anlamlı bir kollama, şey tehdit savurmuştu: Başbakan gibi helalleşmeyeceğiz, hesap so-ra-cağız demişti, heceleyerek.

Bu durumda, bizim gibilerin paradoksu şurada yatıyor: Halimize şükredelim, yani şimdi Afganistan’da ya da Suudi Arabistan’da filan sosyalist olmak da vardı. Lakin devrimci halına ve halkına şükretmez ki! AKP en az beş yıl daha başımızdaysa, hatırı sayılır bir kitle tabanı varsa, demek ki, ancak inatçı olan, direnen, ayakta kalan ve bu arada güç biriktiren, iğneyle kuyu kazmak demeyip kendisini ifade etmek için her fırsatı değerlendiren ve her fırsatta, her düzeyde örgütlenmeyi sürdüren kazanacak! Yani bu işleri yapmakta “yine” geç kalan kesin kaybedecek... Ben demiyorum, karşıtların birliği yasası diyalektik böyle diyor. Diyalektik, “arıza çıkarmaya devam” diyor.

Peki bu arada ana muhalefet CHP nasıl arıza çıkaracak? Sanırım, AKP’den uzuuun uzun yakınmaya devam ederek ve sanırım şöyle:

Muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine tepki veriyorsunuz!